AYNANIN İÇİ AYNANIN DIŞINA KARŞI (ÇIKTI)

Attilâ İlhan, Türkiye Cumhuriyeti kültür geçmişini, kendisinin de bir ömür yakından tanığı olduğu sınıflar çatışmasının ve sosyal karmaşanın en ince ayrıntılarını, farklı yazın türlerinin parodilerini de katarak de, yapıtlarının sayfalarına, hem de rengârenk bir yelpaze içinden farklı bakış açılarını yan yana tutarak aktarmayı başarmış çok önemli bir romancıdır… Bir yandan “aynanın içinde” gördüklerini romanları aracılığıyla duygusal arka planlarda çoğaltıp kültürümüze katarken, bir yandan da “acılar ve anılar” kısmına geçip tanığı olduğu toplumsal olayları, dünyadaki siyasal gelişmeleri geniş okuma birikimi ve içinde olduğu kuramsal tartışmalar ışığında, kendi özgün bakış açısıyla yorumlamaya çalışmıştır.

Attilâ İlhan’ın bu iki yanı arasında, romancı Attilâ İlhan ile yorumcu ve siyasal eleştirmen Attilâ İlhan arasında önemli bir ayrılık doğmuş gibidir.

AMİN MAALOUF İLE GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE (çıktı)

Amin Maalouf, imgelem alanını geçmişten bugünlere kadar taşırken, her çağ açılış ve kapanışında, tarih zincirini kırmadan, hayatla edebiyat arasında bir çizgide yürümüş, duyguları ve edebi kurguları dışında politik düşüncelerini de paylaşmaya çalışmış bir başarılı bir aydın.   

Onun “Doğunun Limanları” adlı romanını okurken, yaşamın boyunca okuduğum binlerce kitap içinden ayrılıp başköşelere gelen bir başyapıtla sarsılmıştı ruhum… Maalouf, baştan sona okunmayı hak eden bir yazardı…

Onun bir bütünmüş gibi duran, geçmişi bugünlere taşıyan yazın dünyasına yakından ve eleştirel bir gözle baktığımda ise, o bütünlük içinde kimi sarsıntıların ortaya çıktığını gördüm sanki. Dünü anlatırken tutunur göründüğü hak yemezlik, bugünlere gelindiğinde yerinden epeyce sapmış gibi görünmekteydi. Bu sapmayı görünür kılmak için, onun gibi Yakınasya kökenli (kendi tanımıdır) bir Hıristiyan, bir levanten çocuğu olan, onun gibi Mısır’da eğitim görmüş, sonradan geçtiği Batı dünyasında da bileğinin hakkına bir yazar ve bilim insanı olma hakkı edinmiş, ünlü “Şarkiyatçılık”ın yazarı Edward Said ile karşılaştırmayı denedim ve Maalouf’un yapıtlarına yakından bir çözümleme yapmaya çalıştım.

Edebiyatı yaşamdan ayırmayanlar ve dünyanın yarınına ilişkin kimi kaygıları olanlar için önemli noktalara parmak bastığımı, yazın dünyasından yaşama doğru yeni ufuklar açabilmiş olduğumu sanıyorum.

BİR ŞİİR VE BİR OKUR YORUMU

Bir ömür şen çocuklar olarak yaşadık biz

Bir ömür kavga ederek kalpazanlarla

Bayrağı şen çocuklara devredip yine / bin ömür daha yaşayacağız

Bir ömür metelik vermedik paraya / pula / saltanatlara

Meydan okuyarak hep Bolu Beylerine

Akıntıya karşı da çektik kürekleri / imkânsız aşklara da yazdırdık adlarımızı

Bir Doktor Yazar - ÖNER YAĞCI

BİR DOKTOR YAZAR (ÖNER YAĞCI -18 HAZİRAN 2022 – CUMHURİYET)

“Damarı damara bağlayan bir doktor olan Alper Akçam, 1974-2000 arasında çeşitli hastanelerde genel cerrahi uzmanlığı yaptıktan sonra ‘yalnızca edebiyat’ dedi.”

Böyle başlıyor Öner Yağcı’nın yazısı…

“Eksik etmeyin yüzünüzden gülümsemeyi dostlar / Şom ağızlılara teslim etmeyin hayatınızı / İzin ermeyin içinizdeki yaşam sevincini örselemelerine” diyerek bir Alper Akçam şiiri ile devam ediyor.

GÜNCEL BİR YORUM

Necla Gurbuz 21.04.2022 Alper Akçam FACEOBOK sayfası

Günaydın ..Dün Çağdaş Sanatlar Merkezi'ne koşa koşa geldim sizi ilk defa dinleyebilmek için.Yazık ki önemli bir toplantıya yetişmek için 65 ' dinleyebilecektim .

Nasıl bir heyecan, nasıl bir coşku ile anlatıyordunuz derya deniz bilgi, okumuşluk, düşünmüşlük, yaşamışlıklarınızı, duygularınızı.. Sanki bütün bunlar ; bir an önce dilinizden fışkırıp çıkmak istiyorlarmış duygusunu yaşadım.Bıraksalar tüm gün aralıksız anlatabilirsiniz.Okullar ne çok şey kaybettiriyor öğrencilerine, onları sizinle buluşturmadıkları için... Rönesans'ınızı da imzanızla edinmiş olmanın huzuru içinde ama ayrılmak zorunda kaldığım için üzgün,çok değerli Perihan Anne'yi görebildiğim için sevinçli döndüm.

İyi ki varsınız!Çevrenize ışık, umut olduğunuz için yürekten teşekkürler...

HUMMALI BİR HAFTANIN ARDINDAN

11 Nisan 2022 Pazartesi günü, Anadolu Rönesansı-Köy Enstitüleri’ni anlatmak için Fındıklı’ya gitmek üzere hazırlandığım sabahın 05.00’inden dün akşam Hasanoğlan’dan döndüğüm 18.30’a kadar süren, şimdilik kapanmış görünen hummalı bir hafta geçirdim. Geride, sehpamın üstünde kalmış, okunamamış dergilerim, masamda okunmasına zaman ayrılamamış, sayfası açık kitaplarım, bilgisayarımda ihmal etmek zorunda kaldığım yeni kitaplara ait Word dosyalarım kaldı. Biri zoom üzerinden Salı (19 Nisan, Saat 21.00), diğeri Çarşamba günü (20 Nisan, Saat 18.00 Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi) iki de söyleşim var. Hafta boyunca hemen her gün oradan oraya koşturdum; birçok yolculuklar ve konuşmalar yaptım; geceler boyunca uyumayıp gazete ve dergilerin söyleşi için gönderdiği soruları yanıtladım, havaalanlarında kemer açıp çıkardım, uçuş kartları kaybettim, telaş içinde ceplerimden bir şeyler düşürdüm, bir küçük makasımı, bir suyumu, çöp kutularına atmak zorunda kaldım. Protezlerimin sinyal çaldırdığı arama noktalarında da bol bol ellendim!

En üzücüsü de Cumartesi günü, Hasanoğlan’daki  Görkemli Hatıralar çekiminde kendisine mikrofon uzatılmadığı için, ekranlarda görünemediği için küsen dostlarım oldu. Yinelemek zorundayım. O programın içeriğinin düzenlenmesinde benim hiçbir söz hakkım yoktur. Benim önerimle Hasanoğlan’da çekim yapan Serhan Asker benden yalnızca Ardahan çekimi sırasında tanıştığı annem Perihan Akçam’ı ve yanında bir Köy Enstitülü erkek öğretmen bulmamı istemişti (Ne kadar doğru bir tercih yapmış olduğunu da Perihan Akçam zaman zaman onun sözünü bile keserek, 91’i aşmış yaşına karşın yaşam direncini ve duru bilincini gözler önüne sererek, güzel anılarını tüm ülkeye aktararak gösterdi; arkasından Çiğdem Mahallesinde Çankaya Belediyesi ile YKKED Ankara Şubesi’nin düzenlediği başka bir programda da uzun ve etkili bir konuşma yaparak haftanın şampiyonu oldu diyebilirim). Görkemli Hatıralar için çınar öğretmenim Abdullah Özkucur’u düşünmüştüm başta ama, rahatsızlığı nedeniyle katılamadığından yerini Ali Kınacı öğretmenim aldı; iyi de oldu; Hasanoğlan tarihçesini çok iyi bilir…

ROMANLARIMIZDA KURTULUŞ SAVAŞI VE KADINLARIMIZ çıktı

Salt romanlar üzerinden hareketle Kurtuluş Savaşı’nı öğrenmeye veya başkalarına öğretmeye, o hummalı günlerin penceresinden kadınımızın durumunu o günün kendi gerçekliğiyle, olduğu gibi göstermeye niyetli olmayacağız… Dil işçiliği ve estetik bir uğraş alanı olarak bildiğimiz edebiyata böylesi bir yalınkat işlevi doğrudan yüklemeye hiç niyetimiz yok… Yine de, bu yazın tarzının, edebiyatın gerçeklikle ilişkisi üzerinde söylenmiş onca şeyi ve onca geniş bakış açılarını bir araya getirdiğimizde, temasında Kurtuluş Savaşı olan romanların bize nasıl geniş bir yelpazeden o hengâme günlerini bir kez daha çoğaltarak imgeleştireceğini, kadınımızın o günkü durumuyla ilgili önemli ipuçları verebileceğini tahmin etmek hiç zor değildir.

Sonuçta, daha savaşın silah ve top sesleri kesilmeden, akan kanları kurumamış iken yazılanlarla, o tarihten altmış yıl sonrasına kadar kaleme alınmışları bir araya toparlayıp tam yüz küsur yıl sonra ortak bir başlık altında değerlendirmeye kalkmak oldukça çetrefilli ama aynı zamanda çok geniş olanaklı bir uğraş olarak gelip çıktı karşımıza… Olaylar aynı dönemin bir parçası olarak metne giriyor olsalar da, bakış açılarının arkasındaki değişen zaman, hem ayrı bir zenginlik kazanmış, hem birçok düşünce salvosunun, ideolojilerin, kuramsal tartışmaların burgacında farklılaşmış toplumcul değerler de kaçınılmazca kendine bir yer açmış oldu.

Edebiyatta, insan ruhunun duygu boyutları, rengi, gölgesi de katılmaktadır tarihe ve hayata…

FELSEFE Mİ, VESVESE Mİ

FELSEFE Mİ, VESVESE Mİ?

Bazı kişisel yanlışların bedelini bütün toplumlar ödüyor, tarih ödüyor…

Bugün yeniden “2010 Referandumu”na dönsek, Kuran’da da “cahil” diye adlandırılan, tüm kutsal kitaplarda yalnızca ilk erkek olarak tanımlanan “Adem”e “şarkı sözü yoluyla” hakaret ettiği için dili koparılmakla tehdit edilen Sezen Aksu nasıl bir oy verecektir acaba…

Memleketin her alanda, yargıda, yasamada, yürütmede tek ellere teslim edilmesine yol açan, yargıyı emir komuta zincirine alan, Emekli Vaiz Fethullah Gülen’in de aynı nedenle ölüleri de sandığa çağırdığı referandumda “Evet” oyu verip, bu değişime “Hayır” diyenleri “lekeli” olarak tanımlayan Sezen Aksu, bu saatten sonra oyunun rengini değiştirse kaç yazar?

Yalnız Sezen Aksu mu? Kimler ne alkışlar tuttu, ne kırmızı halılar açtı birilerinin yoluna… Şimdi o alkış tutan, halı seren ellerine kına yaksalar ne olur?

Ad vermeyeceğim… Dilimin sivriliği nedeniyle dokuz köyden kovuldum zaten; onuncuda bari kalayım…

Attığı elektronik postalar, yaptığı konuşmalar bir biçimde bana da ulaşan bir “düşünür” var. Marksist felsefe yaptığını iddia ediyor, ya da öyle sanıyor… Bu kişinin kitabında, tarihe bakışındaki eksikliği dile getirdiğim “Bilgi Kuramı ve Felsefenin Yavanlaşması” başlıklı bir yazım, “Academia Edu” adlı uluslararası blogda, yayımda…

Bu kişinin yazılarında, konuşmalarında, Mustafa Kemal’in adı, Hitler’le, Mussolini ile birlikte “faşistler” arasında yan yana yazılıyor…

Emperyalizme karşı yeryüzünün ilk büyük kurtuluş savaşını vermiş, Alman Emperyalizmi’nin dümen suyunda gitmiş Enver ile yıldızı hiç barışmamış, Çanakkale’den şehit düşmüş Anzaklar için “bizim evlatlarımız” demiş, “Yurtta Barış, Dünyada Barış”ı savunmuş Mustafa Kemal’i, faşist Hitler’le, Mussolini ile aynı kefeye koymak, felsefenin değil, “vesvese”nin eseri olabilir ancak…

Düşünceleri Atatürk’e esin kaynağı olmuş Yusuf Akçura’nın adını, Atatürk’ün pek anlaşamadığı ama birilerinin hâlâ “Kızıl Elmacı” diye andığı, ya da öyle sandığı Ziya Gökalp’in adını, Alman faşist sermayesi ile dirsek temasları bulunduğu ortaya konmuş Nihal Atsız ve Reha Oğuz Türkkan’ın adları ile, hiç tereddütsüz, yan yana kullanıyor…

O Yusuf Akçura ki, kendini “Marksist felsefeci” sanan birisi tarafından yanına yazıldığı, kırklı yılların Hitler hayranı ve işbirlikçisi “saldırgan ırkçı” tipi dergiler çıkarıp Hasan Âli Yücel’den Baba Tonguç’a, ülkenin devrimci eğitimcilerini hedef tahtası yapan kişilerinin politikasına “İmperyalist Türkçülük” demiştir. Akçura, 6 Temmuz 1916 tarihinde Sovyet Devrimi lideri Lenin ile ayrıntılı bir görüşme yapmış ve Bolşeviklerden yana tavır koymuştur. (François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri, s 101). Ziya Gökalp’in Türkçü bakış açısı, diğer uluslara ve onların kaderini tayin hakkına saygısı da asla Atsız ve Gökdoğan gibi değildir…

“Anadolu Rönesansı”nda bunları anlatacağım derken dilimde tüy bitti… Kimin umurunda?

SATILIK DEĞİL!

Satılık değil

Satılık değil / bu kır çiçekleri / bu serçe sesleri

Ağır ağır ağarışı tanın

Hiçbir taşı / hiçbir toprağı satılık değil bu vatanın

Satılık değil bu türküler

El ele halaya horona durulan düğünler

BEN BİR ÖĞRETMEN ÇOCUĞUYUM

Ben bir öğretmen çocuğuyum. 
Benim yaşam hikâyem, aydınlıkla karanlığın, iyilikle kötülüğün, doğrulukla sahtekârlığın, emek vererek helal ekmek yiyenle alıp satarak köşeyi dönen bezirgânlığın, “öteki” için yüreğini kardeşçe duygularla açanla, bedelsiz ve beklentisiz sevenle, hayatı ve insanı yalnız kendi çıkarı için kullanan ikiyüzlülüğün mücadelesinin de hikâyesidir… 

Benim yaşamım sürekli bir öğrenme hikâyesidir en başta… İki güzel öğretmenden armağandır…
Ardahan Ölçek köyünde on üç doğum yapıp, altısını yaşatabilmiş, 20. yüzyılın başında emperyalizmin kana ve işgale uğrattığı Güneybatı Kafkasya’da kendisi kara lastik içinde yırtık çoraplı, yalın ayak bir çocuğu öküz hurcunda, yeni doğurduğu bebesi kucağında karlı buzlu Kür derelerinde düşmandan kaçmış, büyük acılar çekmiş Kürt Naze’nin kızı Seyhat’la, Ahıska göçmeni, her türlü korkuya, düşmanca davranışa karşı pervasızca davrandığı, efkâr bastıkça herkesin derin uykularda olduğu uzun gecelerde elini kulağına atıp türküler söylediği için “Deli” diye anılmış Eyüp’ün dördüncü çocuğu Dursun’la, Kurtuluş Savaşı’nda binbaşı rütbesi ile çarpışırken 26 Ağustos gecesi yaşanan bir karmaşadan sonra Sinop cezaevine atılmış, aftan sonra bireyi olduğu Bekdik ailesine, Boğazdaki yalılarına dönmeyip köy öğretmenliği istemiş, Hanak’ta şimdi Öğretmenevi olarak kullanılan yapıyı okul olarak elleriyle kurmuş, yoksul Türkmen köylülerini koruduğu ve sömürülmelerine karşı çıktığı için evini kurşunlatan zorba ağalardan korunabilmek ve yalnızlığından kurtulabilmek için Orta Hanak’tan Kayaların kızı Selvi ile evlenmiş, Artvin tapu müdürü iken Hanak’taki ailesini izin almadan ziyarete geldiği bir kara kış günü zatürreden ölmüş, “müstafi” addedilerek beş parasız Hanak’ta gömülmüş Kemal Akıncı’nın (Kemal Bey) yetim kızı Perihan’ın oğluyum.
Dursun, Cılavuz Köy Enstitüsü’ne girebilmek için ilkokul diploması uğruna okulsuz köyünden Ardahan’a, on dört kilometre yolu yırtık çarıklarla yürüyerek başvurduğu Ardahan 23 Şubat İlkokulu kapısından üç kere dilenci diye kovalanmış, kendi direnci ve babalar babası İsmail Hakkı Tonguç’un desteği ile Cılavuz Köy Enstitüsü’ne girmiş…
Perihan, dayı evine sığınmış yetim bir kız çocuğu olarak annesinin karşı çıkmasına karşın Hanak’tan Ardahan’a on iki kilometreye yakın yolu sırtındaki tahta bavulla geçmiş, Ardahan’da emanet edildiği bir “Postacı Amca”yla Yayla Karakolu’nda bir gece konakladıktan sonra Cılavuz’a ulaşmış…
Perihan’la Dursun Cılavuz’da tanışmış, okulları bitince de evlenmişler. 

BİR İLETİ

SEVGİ KENAR

Sağlık ve huzur içinde bir hafta dileğimle günaydın saygı değer Alper hocam, sizi yoğun işleriniz arasında meşgul etmek istemezdim, ama affınıza sığınarak, kendimle ilgili mesleki  konuda sizi bilgilendirmek ihtiyacı duydum… Belki yanılıyorum ama, sanıyorum siz beni o elleri öpülesi değerli öğretmen dostlarınızdan birisi olarak kabul ediyorsunuz…

BUGÜN 1 ARALIK

Yıllar var ki, 1 Aralık tarihine gelince ben hep o günü anımsarım. Ya da o 1 Aralık günü hiç çıkmaz belleğimden.

Ardahan 23 Şubat İlkokulu öğrencisiyim. Rus işgali döneminden kalma kalın taş duvarlı okulumuzdaki sobamız gürül gürül yanıyor. Dışarıda ince ince kar atıyor ve hava oldukça soğuk.

O gün, sınıf nöbetçimiz olan Hasan duvardaki takvimin yaprağını koparıyor ve 1 Aralık tarihi ortaya çıkıyor.

O gün, öğretmenimiz olan annem Perihan Akçam elime bir para tutuşturup beni Hasan’la birlikte abisi olan berbere gönderiyor. Şimdiki Merkez Camii’nin karşısında bir yerde Hasan’ın berber abisinin dükkânı. Beni tıraş ediyor Hasan’ın abisi ve verdiğim parayı almıyor. Hasan’la birlikte belki de un kurabiyesi alıyoruz o parayla, okulun bahçesinde camı çatlak bir el arabasında un kurabiyesi satan amcadan.

SELÇUK SARIÇAM'DAN

 

Bazı kitaplar vardır teknik ve edebi olarak bir kusurları görünmese bile; eksik, yavan kalan bir şeylerin olduğunu okuyucu hisseder.

Bu eksiklik eserin mekanikliğinden gelir. Sanki karşımızda şıkır şıkır çalışan bir makine vardır. Ancak gerçek sanat ve edebiyat eserinin içinde mekanik sesin yerini insan sesi, insan nefesi, emeği, alınteri, sevgisi... Kısaca canıyla, kanıyla insan vardır. Canıyla, kanıyla hayvan vardır, doğa vardır. İşte Alper Akçam tamda böyle eserler üreten gerçek, bütün bir yazardır.

Bundan dolayı eserleri nefes gibidir. Taze bir soluktur, umutları diri tutan bir müjdedir. Herkesin göremediği, keşfedemediği okuyucusuna özel bir doğa güzelliği gibidir.

Kıymetli Alper Akçam iyi ki sizi tanımışım ve kitaplarınızı okumuşum. Sağ olun var olun...

BİR YORUM

Neriman Kırmızıgül

hayatının en güzel yıllarını bu mesleğe adamış, ailesine, sevdiklerine ve de özellikle kendisine zaman ayırmamış, bu kutsal mesleği alnının teri ıslatmış değerli doktorumuz ALPER AKÇAM yazınızı gözyaşları için de okudum, fotoğrafa bakamıyorum o kadar yürek yakıcı ki. bu mesleğe gönül vermiş insanların hali, durumu bu olmamalı büyük bir üzüntü içindeyim.

ANLADIK

Anladık; gece gündüz kan ter içinde çalışıyormuşsunuz…

Anladık; can kurtarmak için kendi canınızı veriyormuşsunuz…

Anladık, iç çıkışı botlarınızın, çizmelerinizin içi bile ter doluyormuş…

Anladık; aranızda aylardır çoluk çocuğuna sarılamayanlar, hasret gideremeyenler varmış…

Anladık; aldığınız ücretler boğaz doyurmaya yetmiyormuş; verilen sözler tutulmuyormuş…

Anladık; bütün bunlar yetmiyormuş gibi saldırıya uğruyormuşsunuz; meydan dayakları yiyormuşsunuz:

Anladık; size hak arama izni bile verilmez iken, size saldıranlar ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlarmış meydanlarda…

Anladık canım; kim dedi size ki, doktor olun, hemşire olun, yardımcı sağlık personeli olun diye…

Biraz daha okuyup müteahhit olsaydınız; bakın o zaman nasıl el üstünde tutulurdunuz…

EGE TELGRAF SÖYLEŞİSİ

~~Türk romanında Kurtuluş Savaşı
-Sayın Akçam, ortak iletişim grubunuzda paylaştığınız yazıda Talip Apaydın’ın Toz Duman İçinde, Vatan Dediler, Köylüler üçlemesinin değerlendirmeye alınmamış olmasını eleştiriyorsunuz. Bununla birlikte eksik de olsa bu yazıların edebiyatımızdaki bazı tartışmaları canlandırması adına sevindirici değil midir?
Kuşkusuz Sevgili Mazlum… Her tartışma, her itiraz, konuya ilişkin farklı bakış açılarını da açığa çıkartacak, ayrıntıların görünür olmasını sağlayacaktır. Bir konu hakkındaki farklı düşünce ve bakış açılarının yan yana, karşı karşıya durması, diyalojik okumalar, gerçeğin daha da aydınlanmasında çok önemli bir işleve sahiptir. Sorun, itiraza konu olan yazı ile yanıt niteliğindeki yazının ulaşılabilirlik ölçülerinde ortaya çıkıyor. Eksik bir anlatım ya da tanımlamaya verilen yanıt, o ilk metin kadar yaygın okunabilecek midir, sorun burada…

FORZA LİVORNA'DAN ALPER AKÇAM

~(Bu yazı FORZA LİVORNO adlı bilgisunar sitesinden alıntıdır)

İleti Breitner » Pts Mar 29, 2010 1:37 pm
Aslında kitap tanıtım bölümünde Şalter Kemal adında bir kitabından bahsedecektim ama ilginç futbol geçmişini öğrendikten sonra böyle müstakil bir başlığı hak ettiğini düşündüm Alper Akçam'ın. Kendisi futbolun hem amatör ruhunu hem de demirspor ruhunu yüreğinde taşımış bir futbol sevdalısı.

Bu soyadının çoğunuza yabancı gelmediğinin farkındayım. İşte o tahmin ettiğiniz Akçam kardeşlerin en büyüğüdür Alper Akçam. Asıl mesleği tıp doktorluğudur aslında. Çocuk yaşlarda Ankara İçcebeci'de kurdukları mahalle takımıyla Ankara çapında düzenlenen futbol maçlarında İlhan Cavcav tarafından görülüp beğenilmiş, hatta Cavcav ve arkadaşları tarafından evi üç kere ziyaret edilmiş ama futbola sıcak bakmayan baba Dursun Akçam üçünde de yapılan teklifleri geri çevirmiş. Tabi bu ziyaretlerden Alper Akçam'ın daha sonradan haberi olmuş. Daha sonra tıp eğitimi ve dönemin gençlik hareketlerinin içinde yer alması sonucu futbol hayatına uzun bir ara vermiştir. Ta ki Karabük SSK Hastanesi'ne tayin oluncaya kadar. Hayatında ilk kez lisanslı futbolcu olarak 31 yaşındayken 1983 yılında Karabük Demirspor'da oynamaya başlar.

ALPER AKÇAM DOĞUM GÜNÜ İÇİN

~~~~(8 Haziran Alper Akçam'ın doğum günü)
Doğum gününüz kutlu olsun.
Alper Akçam' ın  şiirlerinde, her zaman eylem durumunda, cesur bir adamın serüvenini; savaşlara, haksızlıklara direncini; aşk ve sevda yüklü bulutlarla uçuşunu; yaşadığı topraktan öğrendiklerini su ve güneşle yoğurup toplumsallaştırdığını görürüz.
Yazar, öykülerinde henüz çürümemiş, yozlaşmamış insan portrelerini okurla buluşturur. Bu kişileri, bozulmuş olan burjuvayla karşılaştırır. Anadolu coğrafyası ve Anadolu insanının maceraları eserlerinin başlıca konusunu oluşturur. Yazar eserlerinde, toplumdaki düzensizlikleri, çatışmaları gerçekçi bir yaklaşımla ele alır. Toplumsal çatışmayı ve bu çatışmanın da kişi üstündeki etkilerini yansıtmaya çalışır.
Çocukluğunda doğayla iç içe olması, yaşadığı köy hayatı, duyduğu anlatılar dilinin kaynağı oluşturur. Eserlerinde hayranlık uyandıracak kadar güzel canlı doğa tasvirleri vardır.

DOĞUM GÜNÜ KUTLAMASI

~~Bu dünyaya gelmiş, ışığıyla çevresini aydınlatmış ve de aydınlatmayı sürdüren ender insanlardandır Alper Akçam hocamız…
iyi ki doğmuş ve bizler de iyi ki tanıdık O'nu…
Bir insanın yapabileceğinin çok daha fazlasını başarıyor, inandığı yolda ilerlemek için çok büyük emekler veriyor..
Kendi hayatını ikinci plana itip böylesi bir görevi üstlenmek her babayiğitin harcı değildir.. Topluma kazandırdığı eserler başlıbaşına bir hazinedir, birçok insan sağlamına biliyor bunu... Ne güzel...

İSTANBUL'UN FETHİNİN 567. YILINDA İSTANBUL'U DÜŞÜNMEK

Başkalarına ait bir şehri bir tarih gerekliliği, belki de zorunluluğu olarak "ele geçirme"nin, olaydan tam beş yüz altmış yedi yıl sonra törenlerle kutlandığı bir günde tarihi düşünmenin yarattığı karmaşayı yaşıyorum İstanbul'u düşünürken.

         Yazıyı daha önce kullanmış, hatta tarihi istediği gibi yazmış Bizans antika medeniyetinin, çürümüş, derebeyleşmiş, yozlaşmış tekfurlar yerleşkesine tarihin zembereği gereği çağırdığı, insancıl tözünü, o güne kadar çok daha iyi saklamayı başarmış, kandaş özellikleriyle Anadolu’ya ve Urumeli’ne eşitlik, kardeşlik, eşitlik, özgürlük dağıtmış gaziler soyunu anarken kullandığı "barbar" sözcüğünün üzerime düşürdüğü gölgeyi taşıyorum İstanbul'u düşünürken..

         "Barbar"lardan biriymiş gibi görünmemek için, daha o günden başlayarak kendi gibi olandan ayrı kalmayı ve üst olana öykünmeyi kimliksiz bedenine giyinmiş, Batı'dan kendine bakanlara maymunca benzemeye çalışmış bir saray aydını onursuzluğundan, bir aşağılık kompleksinden sıyrılabilme direncime şaşıyorum İstanbul'u düşünürken...

       

RAMAZAN BAYRAMI KUTLU OLSUN

BAYRAMLAR HALKINDIR; KUTLU OLSUN…

İnsanoğlu toplum olarak yaşamaya başladığından beri, hele de üretenle tüketen, çalışanla çalıştıran, alın teri dökenle alıp satan birbirinden ayrılıp sınıflı toplum kurulalıberi, ikili bir yaşam sürer… Zamanın çoğunluğu toplum egemenlerinin, ya da kimi toplumsal kaygıların, uhrevi inançlara yansımış kuralların geçerli olduğu zorunluluklar, perhizler, bireyin kendini bir parçası gördüğü sınavlar içinde geçer… Bereketin coşkuyla karşılandığı, dayanışmanın öne çıktığı bayram günlerinde ise çok farklı bir yaşam fışkırır hayatın içinden. Zengin fakir, genç yaşlı, kadın erkek arasındaki farklılıklar olmamışa döner; herkes birbirini kucaklar; coşkulu, sevinçli, neşe içinde bir zaman dilimi yaşanır…

Doğanın ritmine, toprağın, havanın, suyun getirdiklerine göre, doğuş zamanlarında hep halk çoğunluğundan ve halkın çoğul yaşamından yana olmuş dini inançlarla günlük yaşam birbirine özdeş kılınmaya çalışılır… Süreç içinde inançlar konusunda yetkin konumda olanlar değişir, sınıflı toplumun egemenleri kul ile tanrı arasına girmeye, inançları kendileri için bir savunma aracı, toplum üzerinde rızaya dayalı bir baskı unsuru olarak kullanmaya, kendi çıkarlarına yontmaya başlar…

ANADOLU RÖNESANSI ÜZERİNE

~~Bir yılı aşkın süredir dura dura, sindire sindire okudum. Kolay değil 150 kadar kaynakçaya (aralarında Engels'den Horkheimer'a, Toynbee'den Huntington'a, Bahtin'den Berkes'e araştırmacıların, Tanpınar'dan Pamuk'a edebiyatçıların her biri deve dişi gibi sayısız yapıtı) dayalı kaleme alınmış 33 inceleme-deneme. Sular seller gibi akıcı bir dille yazılmış, ama her paragrafında, her alıntısında "Hele dur bir düşüneyim, ben ne bilirdim ki?" diye hızla yol alan aklınıza hafifçe fren yaptıran 543 sayfa.
Önce söyleyeyim: bu bir tarih kitabı değil. Cumhuriyetîn ilk yılları ve Köy Enstitüleri kronolojisi hiç değil.
Kemalizmi, milliyetçiliği, CHP'nin o -bence- tartışmalı ikinci 15 yıllık 1939-54 dönemini, tepeden inmecilik mi, devrimcilik mi ikirciklerini, İnönü'nün, Saraçoğlu'nun, Peker'in devlet ve siyaset adamlığındaki köşeli tavırlarını ve bunlar gibi konuları merak ediyor, üstelik sağlam bir düşünce yapısından gelen yorumlar eşliğinde değerlendirmek istiyorsanız, bu düşünce yazıları bire bir...

DİLİN DÖRT ATLISI BURSADA

Dil Derneği Bursa Temsilciliği'nin çağrılısı olarak gittiği Bursa'da DİLİN DÖRT ATLISI üzerine konuştu Alper Akçam...

Karaman Dernekler Yerleşkesi'nin salonu tamamen dolmuştu. Vüs'at O Bener, Bilge Karasu, Leyla Erbil ve Oğuz Atay üzerine yapılan dil odaklı konuşmu büyük bir dikkat ile izlendi. Etkinlik bitiminde bazı okurlar toplu fotoğraf istedi... 

SELAM OLSUN İLHAN BAŞGÖZ'ÜN YÜZ YAŞINA

İlhan Başgöz, Cumhuriyet’le yaşıt önemli bir aydınımız, çok değerli bir halkbilim ve folklor araştırmacımız…
Daha var yüz yaşına… Cumhuriyet’le yaşıt kendisi… 1923 Sivas / Gemerek doğumlu.
Yanında halkbilim ve folklor çalışmalarına asistan olarak başladığı Pertev Naili Boratav’ın Dil Tarih’teki kürsüsü Batı'ya ülkesini yağmalattırma hevesindeki gerici-bezirgân politikacılar tarafından özel yasa ile kapatılınca burslu olduğundan zorunlu görev olarak atandığı lise öğretmenliği bile çok görülmüş, açığa alınmış, yargılanmış, tutuklanmış, başına gelmeyen kalmamış. 1960 yılında Ford Bursu aracılığıyla gittiği ABD’de ise Los Angeles ve Berkeley üniversitelerinde bilim adamlığına yükselmiş... 1967’de Doçent, 1976’da profesör olmuş. 1983 yılında Amerika Folklor Derneği Onur Üyesi seçilmiş. Yine de ille de vatanım diyerek ülkesine dönmüş, Boğaziçi ve Bilkent üniversitelerinde dersler verdikten sonra Van 100. Yıl Üniversitesi’ne geçmiş. FETÖ tescilli savcıların başlattığı ilk büyük kumpas davası 2004 yılında burada başlamış, üniversite sekreteri cezaevinde intihar etmiş, İlhan Başgöz için de “Köroğlu’nun aşkları” nı anlattığı için dava açılmaya kalkışılmıştı. Sonrasında da vazgeçmemiş bilim ve halk kültürü adanmışlığından; ODTÜ’de çalışmalarına devam etmiş.
Bilmeceler, tekerlemeler ve manilerle ilgili çalışmaları eşsiz... Kars Ardahan yöresine, memleketime kadar gitmiş araştırmaları için. Toros yörükleri arasında tuttuğu notlar ayrıca çok değerli...
İlhan Başgöz’ün yaşam öyküsü, ülkemizdeki gericiliğin kirli ve çıkarcı yüzünün, bilim ve halk karşıtlığının örnek ve somut bir göstergesi…

HEY GİDİ KOCA ÇINAR


Ne çabuk geçmiş o koca 26 yıl. Anısı daha tamtaze durur belleğimde…
1993 yılı, Haziran’ın son günleriydi. Karabük Sigorta Hastanesi’nin genel cerrahi uzmanı olarak gece gündüz ameliyatlar, poliklinikler, kendi yönettiğim merkezi yatışlı, daha o yıllarda hastane otomasyonlu hastane idareciliği ile yoğun bir tempoda çalışıyor, arada futbol maçları, Demirspor ve DÇ Karabükspor yöneticilikleri, dernekler, hemen her gün Çamlık’ta 15 km’ye varan kros koşularıyla debdebeli bir yaşamın içinde çalkalanıp gidiyordum…
Rıfat Ilgaz gelmiş, Beyaz Saray’da kitap imzalayacakmış dediler.
Muayenehanede son hastaya bakar bakmaz bir koşu gittim d gün için Karabük'ün AVMsi sayılabilecek Beyaz Saray’a… Önünde sonu görünmeyen bir öğrenci kuyruğu, alnında damla damla terler, arada bir öksürüp derin soluklar alarak kitap imzalıyordu. O öğrencileri Rıfat Ilgaz’ın önüne getiren, o ilgiyi sağlayan da zamanın öğretmenleriydi kuşkusuz. Genç yazarların yaşaması olanaksız bir tablodur o... Bir süre kenarda sessizce izledim kitap imzasını, sonra yaklaştım yanına, “Ben Dursun Akçam’ın oğluyum, burada doktorum, akşam sizi evimde ağırlamak istiyorum,” dedim. Babamla tanışıp tanışmadığını bile bilmiyordum. Kalemi bıraktı elinden, sıkıca kucakladı beni, yanında duran, tanımadığım o beyaz yüzlü, irikıyım adama döndü; “Benim yerimi iptal ettir Aydın,” dedi, “Ben Akçam’ın oğluna gideceğim… Oğlu Aydın Ilgaz’mış yanındaki de meğer…

KÜLÜN ALTINDAKİ ATEŞ

~~KÜLÜN ALTINDAKİ ATEŞ…
Çocukluk yıllarımın sabahlarını toprak zeminli köy evinin gerisindeki ocakta yakılan ateş büyülü bir havayla süslerdi. Sessiz olmaya çalışan kıpırtılar, üflemeler, yanan ateşin çıtırtıları; ocaktaki parlayan alevlerden evin taş duvarlarına doğru dalga dalga akan renkler… Konuk olarak hangisinin evinde kalıyorsam, Nenem Seyhat ya da Bibim Sultan, daha gün ışımadan yatağından kalkar, ateş bekçisi tüm kadınların binlerce yıldır yaptığı o kutsal işi yerine getirirdi. Ocakta bir gün önceden kalmış kül yığınını kurcalar, altta bulduğu bir köz parçasının üzerine tezek kırıntıları, kurumuş çalı ve çam yaprakları koyar; yaz kış çalışmaktan ateşin yakmayı başaramadığı kat kat nasır tutmuş ellerini ve onlarca yıl türküler söylemiş, masallar anlatmış bilge nefesini kullanarak ateşi canlandırır, sonra günün diğer işlerine geçerdi…
Külün altındaki ateşi bulup onunla bütünleşmek, ona söz yerindeyse canını da katarak yaşamın yenileşmesinin, değişiminin bir parçası olabilmek insanoğlunun toplumsal gelişiminin en az bilinen gizlerinden biri olmalıdır… Bu gizin taşıyıcısı da, yaşamın doyuranı ve doğurup çoğaltanı olmayı üstlenmiş olan kadınlarımızdır.
 

ARDAHAN’DAN SİVAS’A…

On bir gündür Ardahan’dayım. 15. Dursun Akçam Kültür Sanat Günleri’ni de büyük bir yoğunluk içinde, özellikle son gün iyice tükenme eşiğine gelmiş müthiş bir yorgunluk duygusu altında tamamladım. 

UMBERTO ECO; GÜLÜN ADI VE RÖNESANS

Gülün Adı,  dünyanın hemen tüm dillerine çevrilmiş, milyonlarca okura ulaşmayı başarmış 733 sayfalık koca bir başyapıt… Benim elimdeki baskı Can Yayınları’ndaki 41. Baskı imiş ve bu basımdaki sayı da 3.000 tutulmuş.

1980 yılında yayımlanmış yapıtın dünyadaki ünü bir tarafa, 14. Yüzyıl ortaçağında konumuyla, karmaşık ve muhteşem taş mimarisiyle zengin kitaplarıyla ünlü bir Benedikten manastırında geçen, kitabın son bölümlerine kadar bitip tükenmeyen ortaçağ entrikalarının İmparator ve Papa temsilcileri arasında tartışıldığı, İsa’nın yoksulluğu ile kilisenin zenginliği ve siyasal gücünün karşı karşıya getirildiği, farklı Hıristiyan tarikat ve cemaatleri arasındaki düşünce ayrılıklarının zaman zaman okuru boğacak gibi sıkıştırdığı, okunması büyük bir sabır isteyen yapısına karşın bunca ilgi çekmiş olmasını seksenli yılların ortasında Türkiye’ye gösterime girmiş, Sean Connery’nin başrol oyuncusu olduğu filme bağlayabilmek mümkün… Yoksa ki, Türkiye’deki yüz bini aşkın okurun Hıristiyan ortaçağla sıcak bir ilişki kurmuş olduğunu düşünmek zorunda kalacağız. 

DOĞAN HIZLAN'DA DURSUN VE ALPER AKÇAM

Edebiyat ve kültür dünyamızın yüz akıdır Doğan Hızlan...

Has edebiyat damarından gelir... 

Yıllar önce Dursun Akçam Kültür >Sanat Günleri için onu da çağıracağımı söylediğimde, gelmez o demişlerdi... Olur olmaz yerlere gitmez; hele de Ardahan'a mı... Gülüp geçmişlerdi.

Bir tek çağrım yetti. Geldi Ardahan'a kadar, Kültür Sanat Günlerimize onur verdi. O sıralar arkamızdan dönen dolaplar, Kültürevi ve çalışmalarımızı baltalamaya çalışan resmi ve özel güçlerin karşısında, yanımızda yer aldı... Ardahan'dan döndükten sonra da gözü kulağı üzerimizde oldu...

Dünya durdukça durasın seni sevgili Doğan ağabey; keşke seni örnek alabilse birileri... 

EGZOTİK ŞARK İMGESİ POPÜLER EDEBİYATIN GÖZDESİ (mutluluk romanında egzotik şark)

Batı’da yapılan Doğu araştırmalarından doğan ve giderek bizi de çevreleyen tüm kültürel alanlara uzanan “Egzotik Doğu” imgesi son yüzyıllarda popüler edebiyatın da gözdeleri arasındadır. Silvester Sacy, Renan, Lane gibi resmi ve yarı resmi araştırmacılardan Chateaubriand gibi düşünürlere, Flaubert, Hugo, Nerval, Lamartine gibi yazarlara, “Egzotik Doğu” imgesinin çekiciliğine kapılmamış Batılı kalmamış gibidir…

“1836 yılında subay olan babasıyla birlikte İstanbul’a gelen ve dokuz ay bu kentte kalan İngiliz kadın yazar Julia Pardoe, ‘Sultanlar Şehri İstanbul’ adlı seyahatnamesinin ‘Türk Karakteri’ adlı bölümünde Batılı gezginlerin Doğu’yu anlamak yerine keyfi bir Doğu kurguladıklarını ironik bir dille anlatır.  ‘Şark’ın esrarları, Batıniliği ve ihtişamı’ hakkında söylenenlerin, Batılıların bilincini ve kolektif belleğini güdülediğini, ‘alışılmış eski fikir kalıplarının’ varlıklarını sürdürmelerini sağladığını belirtir.” (Onur Bilge Kula, Batı Edebiyatında Oryantalizm, İş Bankası Yayınları, 1. Basım 2011, Giriş, s 32)

Zaman içinde, Batı’nın Şark üzerindeki emperyalist güdümlü ekonomik ve kültürel girişimlerinde yaşanan değişimle birlikte, “alışılmış fikir kalıpları” farklı alanlara doğru evrilme gösterecektir. Perry Anderson, Batı dünyasında çok önemli etkileri olan tarihçi Toynbee’nin postmodern çağa başlangıç olarak gördüğü saptamalar arasında yer alan ve üzerinde önemle durduğu bir olaya vurgu yapar: “…Batı dışındaki entelijansiyaların, modernliğin sırlarına vakıf olup bunları Batı’ya karşı kullanma yolundaki çabaları… Toynbee’nin, postmodern çağın başlangıcı konusundaki düşünceleri, bu ikincisi üzerinde yoğunlaşıyordu. Verdiği örnekler, Meiji Japonyası, Bolşevik Rusya, Kemalist Türkiye ve yeni kurulan Maocu Çin’di.” (P. Anderson, agy, s 12)

“Egzotik Doğu” imgesi, Batı’nın 20 ve21 yüzyıl politikalarının kodlarını çözen Edward Said’in “Şarkiyatçılık” adlı çok önemli yapıtının yayımlanmasından sonra Toynbee’nin işaret ettiği “Kemalist Türkiye” coğrafyasını da kapsayacak biçimde yenileşip genişleyecek, çok zengin malzemeler içeren yeni bir alana geçecek, Batılı gözünde kalıplaşmış bir “Kemalizm” olgusu, Türkiye’nin kendi Kemalizm’i gibi donatılarak edebiyatta da yansımaları olan kültürel bir kurgu olarak piyasaya sürülecektir.

Yazınsal alanda türlü çeşitli yansımaları olan bu gelişmeler sırasında, kuşkusuz ki, en ilginç yapıtları kendi edebiyatçı kimliğinin kurulumunda Batılı kodları önde tutan ve aynı zamanda bu kodlamadan belirli yararlar uman Şark kökenli yazarlar verecektir.

Dr. Serap Kavalcı'dan...

Serap Kavalcı

Serap Kavalcı Günaydın,
sevgili Alper bey.
En anlamlı ve en güzel şiirler,hikâyeler ve romanlar;yaşanılmış gerçeklerden,gerçek yaşam kahramanlarından çıkıyor.
En son okuduğum kitabınız" aslan asker arslan"da bu gerçeğe bir kez daha şahit oldum.Karakteriniz nasılsa yaşamınız ürettikleriniz ve paylaşımlarınızda öyle oluyor..
Zaman zaman gülümseyerek, zaman zamanda gözyaşları ile ve bir meslektaşınız olarak ta takdir duyguları ile okuduğum en son kitabınızaki yaşam gerçeklerinizin yansımaları, bütün eserlerinizde.
İyi ki varsınız. 
Aydınsınız ve aydınlıksınız. 
Selâm olsun, alnı ak ve bir onur anıtı gibi duran aydın kişiliğinize.

YORUMSUZ

Suleyman Altun

8 Aralık Cmt 15:49 (2 gün önce)

 
 

Sevgili Alper Hocam ABD`de çalışmaktayken 2010`da yakalandığı hastalık ardından uzun uzun tedavi süreçlerinden yorulan sevgili Başak`ın sınıf arkadaşı oğlum Selman son yıllarda hem karaciğer hem böbrek nakli için de çok istekli oldu. Ama komplikasyonlar ardıardına geldi. Ve Selman huzuru seçerek yaşama veda etti.
Oğlumun yoğun bakımda geçen 2,5 aylık bu süreçte benim acılarımı, daha önce Türkiyeden getirttiğim Türk Romanında Karnaval ile Dillerin Dört Atlısı kitaplarınızı okuyarak geçirmem hayli dindirdi. 

BEN BİR ÖĞRETMEN ÇOCUĞUYUM

Ben bir öğretmen çocuğuyum. 
Benim yaşam hikâyem, aydınlıkla karanlığın, iyilikle kötülüğün, doğrulukla sahtekârlığın, “öteki” için yüreğini kardeşçe duygularla açma, bedelsiz ve beklentisiz sevme ile hayatı ve insanı yalnız kendi çıkarı için kullanan ikiyüzlülüğün mücadelesinin de hikâyesidir… 
Ardahan Ölçek köyünde on üç doğum yapıp, altısını yaşatabilmiş, 20. yüzyılın başında emperyalizmin kana ve işgale uğrattığı Güneybatı Kafkasya’da yalın ayak bir çocuğu öküz hurcunda, yeni doğurduğu bebesi kucağında karlı buzlu Kür derelerinde düşmandan kaçmış, büyük acılar çekmiş Seyhat’la Ahıska göçmeni, her türlü korkuya, düşmanca davranışa karşı pervasızca davrandığı, efkâr bastıkça herkesin derin uykularda olduğu uzun gecelerde elini kulağına atıp türküler söylediği için deli diye anılmış Eyüp’ün dördüncü çocuğu Dursun’la, Kurtuluş Savaşı’nda binbaşı rütbesi ile çarpışırken 26 Ağustos gecesi yaşanan bir karmaşadan sonra Sinop cezaevine atılmış, aftan sonra bireyi olduğu Bekdik ailesine, Boğazdaki yalılarına dönmeyip köy öğretmenliği istemiş, Hanak’ta yoksul Türkmen köylülerini koruduğu ve sömürülmelerine karşı çıktığı için evini kurşunlatan zorba ağalardan korunabilmek ve yalnızlığından kurtulabilmek için Orta Hanak’tan Kayaların kızı Selvi ile evlenmiş, Artvin tapu müdürü iken Hanak’ta ailesini izin almadan ziyarete geldiği bir kara kış günü zatürreden ölmüş, “müstafi” addedilerek beş parasız Hanak’ta gömülmüş Kemal Akıncı’nın (Kemal Bey) yetim kızı Perihan’ın oğluyum.

DİLEK AĞACINDA BİR ÇAPUT

    

Hani şöyle uzakça bir diyar olsun diyorum

Gürültüsü patırtısı olmayan sessiz bir yayla gibi

Arada bir anasını yitirmiş kuzuların melediği

Islak burunlu körpecik bir dananın az önce ana memesini emdiği

Upuzun kışlarda tipilerin estiği / el ayağın buz kestiği bir diyar

Orada işte

Yol üstü / birden çıkıveren karşınıza

Kupkuru dallarıyla bir ağaç / renk renk ipleri / çaputlarıyla bir dilek ağacı

O ağaçta bir çaput parçası olabilsem diyorum

SIĞINTI İÇİN...

Alper Akçam ve SIĞINTI...
Alper Akçam; romanlarında, "KAR" da olduğu gibi olmamışı, yaşanılmamışı kurgulamıyor; yaşadığı, tanığı olduğu; Anadolu gerçekliğini, özellikle sol mücadele açısından kurgulayıp roman konseptinde okuyucuya sunuyor. Öyle bir kurgu yapıyor ki, okuyucu, romanı dışarıdan okuyan değil, romanın şurasında ya da burasında buluveriyor kendini... En çokta bu romanda, SIĞINTI'da...Kendinizi geniş bir tartışma platformunun içinde buluveriyorsunuz... Sol ayrışmalar, sendikacılık, dinci gericiliğin gelişim ve egemenliğe koşuş süreci... 

İKİ EMANET

İki emanet aldım bu ömürden
Biri senden / biri bu deli yürekten
Kelimeler döktüm üstüne / uzak köy yollarında / bez çantalarıyla okula giden küçük dillerden
Ayakta kara lastik / diz boyu kar
Koltuk altında öğretmene armağan / bir küçük tezek
Teneffüs zillerinde / iki pisküvet / ortası yumuşacık beyaz lokum
Pantolonda yamalık / cebinde parası olmayanların gözündeki hüzünden

İSTANBUL MALTEPE'DE ORAĞAZ RÜZGÂRI

7 Nisan Akşamı İstanbul Maltepe Belediyesi Prof. Dr. Türkân Saylan Kültür Merkezi’nde Orağaz rüzgârları esti…
Alper Akçam’ın son öykü kitabı Son Balık’taki öykülerden birinin kahramanı olan Orağazlı Temo’nun köylüleri, Ölçekliler, Dudunalılar, Ardahanlılar, Iğdırlılar bölgenin yabancısı İstanbullu konuklarıyla buluştular.
Orağazlı sanatçı, erdemli, yüce gönüllü insan Turgay Demir ve Çayağzı Köyü Derneği Başkanı Tarık Ocak’ın çabalarıyla gerçekleşen gecede Alper Akçam çocukluk ve gençlik yıllarının hayal dünyasından bugünlere ulaşan bir imgelem dünyasının kapılarını açtı, Turgay Demir sazıyla, sözüyle eşlik etti ona…

BU TIRAŞ BAŞKA TIRAŞ

BU TIRAŞ BAŞKA TIRAŞ
Dün TED Hatay Koleji’nin konuğu olarak Hatay’daydım. Köy Enstitüleri sergisi açtık, “Türkiye’nin Geçmişindeki Yarın; Köy Enstitüleri” başlıklı bir söyleşi yaptık. Okulun tıka basa dolu koca salonunda gencecik insanlar büyük bir ilgiyle dinledi konuşmamı. Etkinlik bitiminde heyecanla etrafımı sardılar, keşke daha çok konuşsaydınız dediler; kitaplarımı alıp imzalattılar. Bundan sonrasında Köy Enstitülerini ve beni daha çok izleyeceklerini söylediler.
Zamanımız sınırlıydı; Defne Kaymakamı, Belediye Başkanı, İlçe Milli Eğitim Müdürü de oradaydı; çok kalamayacaklardı… TED Hatay Koleji Kurucusu Dr. Mustafa Özat’a, okul Müdürü Ahmet Akaracı’ya ve okulun gözleri parlayan öğrencilerine gönül dolusu teşekkürler. Keşke daha çok yerde Köy Enstitüleri’ni genç kuşaklarla yeniden tanıştırabilsek, kurucu ilkelerini bugünlere taşımanın yollarını tartışabilsek…

SON BALIK ANKARA KİTAP FUARI'NDA

SON BALIK SON OLMASIN…

Çocukluğumun büyülü ülkesi Kuzeydoğu yaylalarından, bir yanı Kunzulut köyü gelini Ahıskalı Gülşan bibimin, bir yanı Kürt kızı nenemin yıldızlı yayla akşamlarında süt ve emek kokulu yün döşeklerde anlattıkları masallarından hayatı adım adım göğüsleyerek çıkılmış bir gençlik, ergenlik, mücadele ve hayal çağlarına… Yaşadıklarım, duyduklarım, düşündüklerim, gelecek için kurduklarım… Coşkular, heyecanlar, düş kırıklıkları, yitirilen güzel insanlar; gelecek için hep diri tutulmaya çalışılan umutlar…

Temo, yörem insanının isyancı ve adaletçi karakterinin hırsız kimliğinde dünyaya meydan okumuş ve kendince adalet dağıtmaya çıkmış temsilcisidir… 2000 yılında yöremin canım ormanlarını ve otlaklarını talan etmeye kalkışmış bir çıkar saldırısına Süzgeç gazetesi yazılarımla direnirken beni bir avuç suda ve devlet olanaklarını kullanarak yok etmeye çıkmış Hamşioğlu soyu temsilcileriyle karşı karşıya geliyor… Öykü bu ya…

MUNİSE VE YAZARI MANİSA'DA

Munise ve yazarı 2018’in ilk toplantısında Manisa durağında
Sığıntı’nın Gülay’ı, Anadolu’nun yetim kızı Munise
bu toprakların gerçek sahipleri
Kybele Ana’dan Kadıncık Ana’ya / Nene Hatun’dan Kara Fatma’ya
Irazca Ana’dan Uluguş’a, Güllü kadından Telli Ana’ya
oğul uşak için girmişler ki kavgaya...
Onlar, doğuran ve doyuranlar hayatı…
 

BURSA'DAN

BURSA’DAN…

Bir yanı Güneybatı Kafkasya’dan / Posof’tan Badele elması
Bir yani Balkanlar’dan / Hüsmen ağamın Arda Ovası
Cide’de nice sarı yazması Rıfat Ilgaz'ın / Nilüfer'de nice cennet kokulu meyvelerin hası
Ak Mendili Sait Faik’in / Merinos’un çiçekli basması

Ardahan yaylasında / atımın boynunda tere bulanmış / papağı kazanmış al al valası
Zeus’a / Akropolis’e inat / yalçın başı / karlı doruklarıyla Uludağ havası
Asırlık çınarlar / billur sular / Orhaneli / Dağ güneyi / Karasi
O büyük serveti emeğin / o bereketi memleketin
Hem kucaklaşması insanın / hem ekmeğine ihaneti
Bir yanım sende doğdu Bursa / bir yanım hep sende kaldı 
Bir yanım seninle öldü / bir yanım hep seninle olacak

ADI ALPER

Hasan Erol Değerler üstü Doktorum hocam seni Karabükte çalıştığın zamanda tanıma fırsatı buldum oğlumun adını sizden insanlığınızdan etkilenerek Alper koydum iyi ki varsınız sağ olun var olun adam gibi adam

Beğen

MALTEPE'DE ARDAHAN RÜZGARI


İstanbul Maltepe’de 24 Kasım Cuma günü başlayan Ardahan Tanıtın Günleri 26 Kasım Pazar akşamı büyük coşkuyla tamamlandı.
Çok farklı etkinliklerle şenlik havası içinde geçen Ardahan günlerine katılanların sayısı on binleri buldu. Etkinlik alanı dolup taştı.
Anadolu şenlikci kültürünün ana öğelerinden olan kılık değiştirmiş yüzü isli ekiplerden ciddi nutuklara, şarkılı türkülü oyunlardan halaylara, imza günlerine hareketli, bereketli günler yaşandı. İsteyen kaşar peyniri, bal aldı, isteyenler yazarlara kitap imzalattı.

GECELER

geceler öyle sessiz ki / nicedir
kar yağıyor / gönlümün en tenha sokaklarına
hep sabrı fısıldıyor kabaran toprak 
ne gerilmiş bir yay / ne oklarını boşaltmış bir sadak

şimdi / uzak bir yamaçta / adı belirsiz / küçük bir çiçek tohumu olmak
geceyi ve karı soluyarak

GÜN OLUR; HAYAT NELER GETİRİR

 · 6 Kasım, 09:50Yönet

Ilhan Gencay

Ilhan Gencay Degerli hocam sayfanizi begenmemi istemisiniz memnuniyetle kabul ediyorum ve bazı yazılarınızı zevkle takip ediyorum. Alper bey yanılmıyorsam Karabukte doktordunuz Ben seksenbes senelerinde mide ameliyatimi yaptığınızı ve sayenizde bu yasima kadar büyük bir azaptan kurtuldugum icin hala size duacı oldugumu bildirmek ve şükran borcumu iletmek istedim.Heralde isim ve soyad benzerliginden dolayı yanilmiyorumdur .Her ne olursa olsun size ve ailenize mutluluklar dilerim

Beğen  · Yanıtla · Mesaj ·  · 18 saat

Daha Fazlasını Gör

İHANETE UĞRAMIŞ İSTANBUL’DA AYAĞINI YURT TOPRAĞINA BASAN BİR ÇİÇEK ADASI

Evet; İstanbul ihanete uğradı, yakıldı, yıkıldı, iğrenç bloklarla gökyüzü bile parçalandı. Denizi kirlendi, yolları kilitlendi, üç kuruş müteahhit ve politikacı kârı için göz göre göre batırıldı, bir zamanların dillere destan şehrinde yaşamak bir çileye, bir işkenceye dönüştü…

Biraz uzakça bir semtte bir işiniz, gitmeniz gereken bir yer varsa, bir gününüzü ayıracaksınız… Saatler boyunca otomobillerde, otobüslerde ömür tüketeceksiniz, egzoz gazları soluyacaksınız. Evinizin penceresinde, balkonunda başka apartmanların duvarlarıyla, balkonlarıyla, pencereleriyle bakışacaksınız; bıraktık denizi görmeyi, bir avuç gökyüzüne hasret yaşayacaksınız.

KOŞARIM

KOŞARIM…

koşarım / yoksul yamalığı gibi yamaçlarda
tarlalar boyunca koşarım
renk renk yaban çiçeği / altın sarısı / kehribar parıltısı
başaklar ışıltısınca koşarım
taşarım tüm zindanlarından yeryüzünün

YAZAR KAFASINDAKİ TUHAFLIK

“Kafamda Bir Tuhaflık”, Orhan Pamuk’un 2014 yılı yayımlanmış, yüzbinlerce baskı yapmış, yüzbinlerce kişiye ulaşmış son kitaplarından. Kitabı okuduğum on beş güne yakın süre içinde havaalanlarında, sokaklarda, parklarda karşılaştığım en az üç dört kişinin elinde de gördüm kitabı.

Türkiye’de kitap okunmuyor diyenler yanılıyor açıkçası. Kitap okuyanımız çok… Neler daha çok okunuyor, ya da kitap seçimlerinde neler etkili, işin burasına gelince durup epeyce düşünmek gerekiyor.

SEBEP VE SONUÇ ÜZERİNE

ne sebebini sor bana / ne sonucunu bu aşkın
şaşkın / sarhoş bir buluttur da ruhum / dolanır ufuklarında
ne El Kanun il Tıbb’ı / ne Şifası İbni Sina’nın
ne yer çekimi Newton’un / ne alan hesapları / ne rakamları Pisagor’un
ne tartışılmaz hükümleri kutsal kitapların
ne ayıbı / ne yasağı / yalanlarla kurulmuş harami sarayların
ne verilecek hesabı / sevilerek yüklenilmiş günahların
 

KARABÜKTE HAYATTAN EDEBİYATA

Karabük Şirinevler lokalinde yapılan edebiyat söyleşisine ilgi büyüktü. Arkasında herhangi bir kurum ya da derneğin olmadığı, birkaç gönüllü dostun çabasıyla gerçekleştirilen söyleşinin başarısı ve gösterilen ilgi tüm ülkeye örnek olmalı. 

İZMİR BAYRAKLI'DA EDEBİYAT SÖYLEŞİSİ

HAKOZLARDAN KORDON’A / SELAM OLSUN VATANA

Romanın, öykünün, denemenin, eleştirinin söyleminde tüten memleket kokusu; çoğalan ufuklar…

Hotaklıkta / kara topraktaki kotan izlerinde / hakoz boylarında açtık gözümüzü belki de dünyaya; Sabahtan akşama bir boyunduruk üstündeydik / Ho babam ho!
Ay boynuzlu babaların ve bizlerin kanını emen bızankallarla savaştık
Gün akşama kadar “karşıki hotaklar”a sataştık / en yakası açılmadık küfürlerle bulaştık;
Sonra tuttuk / güle oynaya / ekmeğimizi paylaştık
Geceleri çimli toprağı / gordoğları yastık yaptık başımıza
Hasırların üstünde ayı ve yıldızları gözleyerek sabahladık
Tırpan mı çekmedik ki günlerce; terimizi damlattık çeliklerde parlayan güneşe
Arabası harmanı değirmeni / taştan çıkardık ekmeğimizi
Yarı aç yarı tok girmeden döşeklerimize
Ateş yaktık tezeklerle yayla damlarında
Kız oğlan halaya durduk / türkülere tuluma davula zurnaya uyduk
Papağa at bindik düğünlerde / Kiziroğlu Mustafa bey olduk / gelin ağlattık
Yetmedi / gurbet ellere uzandık / fabrikalarda / işliklerde ter döktük / gurbette ölümlere yazıldık 
Hakozlarda başladık yolculuğa / Kordon boyuna vardık
Hani yitip gidenlerin sesi / hani anıları sararmış fotoğrafların gölgesi dedik;

KARABÜK'TE BÜYÜK BULUŞMA

Karabük SSK Hastanesi çalışanları ayrılıştan yirmi buçuk yıl sonra yeniden bir araya geldi... 

Güzel sohbet kitap imzası ile taçlandı... 

SİZ KAZANDINIZ

SİZ KAZANDINIZ…

Sabahın ve ülkemin üstüne düşmüş derin sessizliğin, yorgunluğun, köklerde ve yapraklarda parıldayan terin, dağlara çökmüş pusun, gökyüzünü kaplamış bulutların derinliği ve enginliği içinde düşünüyorum. 
Benim güzel insanlarım; gözlerinizden, seslerinizden, yüreklerinizden öpüyorum sizi. Şartları hiç eşit olmayan bir mücadeleden çıktınız… Devletin tüm olanaklarının, parayla tutulmuş ekranların, bilgisiz beyin yıkayıcı konuşmacıların, trilyonlar harcanmış tanıtımların, dağı taşı, sokakları, binaları donatmış pankartların, hayır kazanırsa yoksulluk yardımlarından emekli maaşlarından olacaklarına inandırılmış kandırılmış yığınların karşısına çıktınız; neredeyse çıplak elle, dişle, tırnakla direndiniz... 
Sakın kırılmayın, birbirinize ve hayata darılmayın. Yalnızca doğru bildiğini savunan insanların iyi niyetle yer aldığı bir cephede herkes elinden geleni yaptı; günah keçisi aramayın... 
Siz kazandınız; rengine, diline, siyasi inancına, tarihi yanılgısına bakmadan, iyiyi güzeli doğruyu savunan herkesle kucaklaştınız… Büyük mesafeler aştınız. Bu ülkede yurttaşlık bilincinin, çok renkli, çok sesli bir zenginlik olarak bir arada yaşayabilmenin olanaklarını kurdunuz…

BUCA'DA BABALAR VE OĞULLAR

“23 Şubat”, ilk üç sınıfını okuduğum Ardahan’daki ilkokulumun adı... Aynı zamanda tarih olarak Ardahan’ın kurtuluş yıldönümü… Kuzeydoğu Anadolu, ya da Güneybatı Kafkasya, kutsal kitapların cennet diye tanımladıkları, yaz aylarında yeryüzünün en uzun dil uzunluğuna sahip Kafkas arısının yaşayabildiği, dolayısıyla dünyanın en zengin kır çiçeği örtüsüyle donanan bölge 20. Yüzyıl başında büyük bir karmaşa yaşamış, işgaller, kırımlar, yağmalarla olmadık zulümler görmüştü. Emperyalist İngiliz ordularından Ermeni çetelerine, Çarlık Rusyası ve Gürcü ordularına birçok farklı kuvvetin çatıştığı, fırsattan yararlanmak isteyen Hamşioğulları beylerinden İttihat Terakki tetikçisi Yakup Cemil’in mahkûmlardan kurulu yağmacı güçlerine, herkesin halka saldırdığı, halkların birbirine düşman edildiği dönemde büyük acılar çekilmişti.

EĞME BAŞINI YERE


bakma / kafanı takma / yılların gittiğine / günlerin gelip geçtiğine
saçlarımıza ak düştüğüne 
yüz çizgilerimizde çekilmiş acıların 
gözlerimizde / düş kırıklıklarının büyüdüğüne
 

KARAKIŞ KARADAN GİTSİN

KARAKIŞ KARADAN GİTSİN…

yetmiyorsa eritmeye / karakışın güneşi
küsme buzlara / soğuklara 
söndürme yüreğindeki ateşi
gün gelir / bir yudum su olur yaralı bir ceylana
hayat verir / çölde kalmış küçücük bir serçeye
sevdalı bir bulut olur belki / göklerinde gezmeye…

İMGE

bir gecenin derininde
uzak / yakın bir yerde
adını okşarca anıyorsa biri
ateşinde gizliyorsa seni / yüreğinde
ve gülümsüyorsa / seni düşündüğünde
 

YÜRÜYEN

Yürüyen ne ayak ne bacak ne bilek

Yürüyen kocaman bir anaç yürek

Yaramazsan karları / aşamazsan koca dağları

İnan / bahar hiç gelmeyecek

BEN BİR ÖĞRETMEN ÇOCUĞUYUM

Ben bir öğretmen çocuğuyum. 
Ardahan Ölçek köyünde on üç doğum yapmış, altısını yaşatabilmiş Seyhat’ın dördüncüsü Dursun’la, Kurtuluş Savaşı’nda binbaşı rütbesi ile çarpışırken 26 Ağustos gecesi büyük bir karmaşa yaşayıp Sinop cezaevine atılmış, aftan sonra bireyi olduğu Bekdik ailesine, Boğazdaki yalılarına dönmeyip köy öğretmenliği istemiş, Hanak’ta Kayaların kızı Selvi ile evlenmiş, Artvin tapu müdürü iken Hanak’ta ailesini ziyarete geldiği bir kara kış günü zatürreden ölmüş, “müstafi” addedilerek beş parasız Hanak’ta gömülmüş Kemal Akıncı’nın ikincisi Perihan’ın oğluyum.
Dursun, Cılavuz Köy Enstitüsü’ne girebilmek için ilkokul diploması uğruna okulsuz köyünden Ardahan’a, on dört kilometre yolu yırtık çarıklarla yürüyerek yamalı üst başıyla başvurduğu Ardahan 23 Şubat İlkokulu kapısından üç kere dilenci diye kovalanmış, kendi direnci ve babalar babası İsmail Hakkı Tonguç’un desteği ile Cılavuz Köy Enstitüsü’ne girmiş…
Perihan, annesinin karşı çıkmasına karşın dayı evine sığınmış yoksul ve yetim bir kız çocuğu olarak Hanak’tan Ardahan’a yirmi kilometreye yakın yolu sırtındaki tahta bavulla geçmiş, Ardahan’da emanet edildiği bir “Postacı amca”nın atının terkisinde Yayla Karakolu’nda bir gece konakladıktan sonra Cılavuz’a ulaşmış…
Perihan’la Dursun Cılavuz’da tanışmış, evlenmişler. 

KALKIN HELE

KALKIN HELE!

Söndürmeyin yüreklerinizdeki ateşi öğretmenlerim / can fenerlerim

Ne karanlıklar gördük biz / ne amansız fırtınalar

Gazi Mustafa Kemal’den aldık ilk dersimizi
Esmani Çavuşla Memet Onbaşıyla / ay boynuzlu öküzlerimizin nefesinde yaktık kandili
Anadolu’nun yedi iklim on altı rüzgârında / en uzak dağlar başında
Kendi kendine açıp solan kır çiçeklerinin sahipleriyiz biz
Tonguç Babayla Sis Dağında horona durduk
Veysel’in sazında, Artvin’in barında el ele tuttuk
 

DAĞARCIK PAYLAŞILDI...

Son günlerin koşturmacası… 29 Ekim’de Ardahan’da başladı;

29 Ekim 2016 Dursun Akçam Kültürevi ve Hanak’ta; Cumhuriyet Kültürü, Cumhuriyet yürüyüşü,

02 Kasım 2016, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde Cumhuriyetin Kültür ve Eğitim Politikaları,

04 Kasım 2016 Ankara Eğitim’de Halk Kültürü ve Çoksesli Edebiyat dersi,

07 Kasım 2016 Ankara TED Üniversitesi’nde, Alper Akçam’ın Yazın Serüveni,

12 Kasımn 2016, Adana’da Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği VI. Akdeniz Buluşması’nda Laik, Bilimsel ve Demokratik Eğitim’de Sanat ve Edebiyat,

14 Kasım 2016 İSTANBUL TÜYAP’ta Talip Apaydın’da İnsan Felsefesi,

15 Kasım 2016, Sabah 06.00, Ankara’ya, yuvaya dönüş… Çalışma odası, bahçe, köpekler, tavuklar, sararmış yapraklarda sonbahar; dağarcık yeniden hazırlanmalı Dilin Dört Atlısı çıkıyor (Vüs’at Bener, Bilge Karasu, Leyla Erbil, Oğuz Atay’dan Türkçe’ye Armağanlar);

19-20 Kasım’da TÜYAP’ta, imzada olunacak…

TÜRKAN SAYLANDA KİEVDE AŞK

Dün gelen iletiler arasında bir fotoğraf ve şöyle bir not vardı:

“Günaydın Sayın Akçam... Türkân Saylan'ın evini boşaltırken kitabınıza rastladım... Benim kitaplarımın arasında yer aldı.
Macide Başaran Oytay..." 
İmza tarihine bakılırsa, kitabı TÜYAP'ta imzalamış olmalıyım...

AH HALKIM AH!


Halktan kopuk, hayatın içinde olmayan aydınlarımızda en çok rastlanan hastalık, halk adına konuşup ahkâm kesme, toplumsal olgulara yönelik ucuz yargılarında halkı temsil ediyor olma yanılgısına kapılmaktır.
İstanbul’da yaptığımız Dursun Akçam’ı anma toplantısında karşılaştığım bir yazar Orhan Aras…”Ah Türkiye Ah!” adlı bir kitabını o toplantıda bana verdi sanırım… 


Okudum. Yazar dostumuz Almanya’da yaşıyor olmalı; girişteki Almanca nottan da öyle anlaşılıyor. Kitabı okurken bazı bölümlerde gerçekten de çok rahatsız olduğumu söylemeliyim. Türkçülük ve Cumhuriyet tarihinde çok önemli yeri olan Yusuf Akçura’ya ait “Üç Tarz-ı Siyaset”i Azeri aydını Hüseyinzade Ali’ye mal etmiş (s 42)…
Bu nokta çok önemli görünmese de üzerinde her türlü kirli siyaset oyununun oynandığı günümüz Türkiye ortamı için insanı ağlatacak ölçüde ağır gelen bir yorumu var ki, sormayın… 11. Sayfada şöyle diyor: “Tek particilik, dayatmacı seküler düşünce tarzının halk tarafından bir süre kabul görüp sonra da reddedildiğini bir türlü anlamadı.”
Anlayana sivrisinek saz; anlamayana davul zurna az! Gördünüz mü anlayanı.

BİR MUCİZE ZAMAN

bir an gelir / bir mucize zaman

dil yetişemez olur anlama / hayatta çoğalana

coşar duygular / akar tanımsız bir mutluluk

hayal bile edilememiş / ama yaşanmış / hak edilmiş / hak etmiş olana

aldırma o gün / yalana / dolana / madrabaza / kaldır başını gökyüzüne

bak hiçbir karanlıktan yılmayan / bütün geceleri aydınlatan aya / o çocukluk yıldızlarına

gülüp de geç / göğsünün ortasına paslı bir hançer gibi oturmuş yıllara / zindan olmuş zamanlara

EY ÜST AKIL

Varmış yokmuş, bir ÜST AKIL varmış. Bu üst akıl memleketimizdeki ne kadar kötülük, ne kadar ihanet, ne kadar melanet varsa, hepsinin arkasında bulunur, başımıza getirmedik iş bırakmazmış.
FETÖCÜ kanlı darbe girişiminden sonra da çok söz edildi varlığından, arkasında o üst akıl var dendi; en son MOODYS kredi derecelendirme kuruluşu tarafından da notumuz “durağan”a düşürülünce, hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş sözünü etti; bu oyunun arkasında da o üst akılın olduğunu gösterdi! 
Bu üst akıl kendisi mi gelip bizi karıştırıyor, köstekliyor; biz mi gidip onun değneğine sırtımızı dayıyor, kendimizi kaşındırtıyoruz, burası biraz karışık.
 

BU KABAK KİMİN

KABAK AĞACINDAKİ KABAK KİMİN?

Bu bir kabak ağacı değil elbette. Evimin karşısındaki dikenli boş alana yediğim kayısıların çekirdeklerini dikip sulamıştım. Hemen hepsi tutmuş, kayalık toprağa tutunup yükselmeye başlamıştı. Üç beş yıl içinde serpilip geliştiler. Boyumu da geçtiler, meyve vermeye bile başladılar. Şimdi orada otuz kayısı, otuz karaçam, yirmiye yakın da iğdeden akasyaya, akağaca değişik ağaçlarım var. Sağda solda toprağa tutunmuş bir körpe fidan görürsem de alıp getiriyor, bir yer açıp ona da bakıyorum.
Yaz mevsimleri çok emek ve sevgi istiyor ağaçlarım… Toprağı ve suyu yetmedi kayalık arazinin. Evimden su çektim karşıya; su faturalarım yüzlerce liraya ulaştı. Kamyonlarla toprak getirtip diplerine dağıttım ellerimle. Gübre attım. Çapaladım, suladım, ter döktüm, haz duydum onlarla uğraşmaktan, büyüdüklerini görmekten.
 

BİR AVUÇ KÜL

al sevgili

bir avuç küldür geriye kalan benden / bir ömürden

yakan da hayat / söndüren de

şimdi kapındayım / bak / bir hazan mevsimidir / ufukta görünen

ister üfle nefesini / dağıt beni / ister kokla / koynunda gizle

gösterme boyun eğene / diz çökene / uşaklık edene 

savurma / çıkar ve iktidar yellerine

un edip katarsın belki / emeğin / sevenin / direnenin ekmeğine

şimdi kapındayım / hayalinle yetinerek / sana gelen

inan / bir avuç küldür benden geriye kalan / bir ömürden

SENSİZLİK

bir sensizlik korkusu doluverdi içime

birden

bomba sesleri gelirken / şehirlerden

belki yok yere

siper edilmiş göğüslere

bezirgân kurşunları girerken

HAYATI ÇÖZDÜM DERKEN...

hayatı çözdüm işte derken / en derin yerinden
apansız tutuşuverirsin bir gün / eteklerinden
hem de / ateşi / oyuncak sandığın / o sevda kelimelerinden

DAYAN BİBİOĞLU

DAYAN BİBİOĞLU / DAHA ÇOK RENK KATACAĞIZ HAYATA!

1968 yılı Haziran ayı ortası olmalı… Üniversite giriş sınavının öğlen sonu yapılan yabancı dil bölümünde sürenin dolmasına daha yarım saat kala aceleyle yerimden kalkıp sınav kâğıdını gözetmene uzatıyorum. 
-“Ne acelen var çocuğum, kontrol etseydin; daha yarım saatin var,” diyor tanımadığım kadın… 
“Önemli bir işim var,” deyip çıkıyorum salondan; kadının şaşkın bakışları arasında. Nasıl bir önemli ve acele iştir ki bu; bütün yaşamını etkileyecek bir sınavda daha yarım saati var iken, üniversite adayı kâğıdını vermiş, dışarı kaçıyor!
Gitmeliydim; hem de koşa koşa. Bibimin oğlu Hafız geliyordu; Ankara garında onu karşılayacaktım.
 

ÇIPLAK

çocuk masalları örtün çıplak gecelerime

çoban ateşleri yakın en kuytu köşelerime

döşeğimde / kaçak girmiş bir kedi yavrusu mırıldansın

kalayın ocaklarda ateşi / kurun sacları / eleğe / una davranın

yurttan sesler çalsın her sabah radyolar / gün türkülerle aydınlansın

kırın / parçalayın ekranları / yırtın atın şu parlak reklâmları / şanı / şatafatı

krallar / imparatorlar / sultanlar / ve yalan yağdıran ekranlar kazandı savaşı

sıkı tutun ellerinizi / sarılın sevdiklerinize

bakın / koca bir halkız hayatı ve çocukluğunu yitiren 

koca bir halkız / çırılçıplak…

21 Nisan 2016, Alper Akçam

KAFTANCIOĞLU TOPRAĞINDA YAŞIYOR

Göçebe varlığım 11Nisan 2016 Pazartesi günü doğum yeri Hanak'taydı...

Otuz altı yıl önce aynı gün, beyinsiz tetikçiler tarafından hayattan koparılmış Ümit Kaftancıoğlu'nu anmak için Hanak Belediye Başkanı Ayhan Büyükkaya’nın çağrısıyla toplanmıştık. Hanak Halk Eğitim Merkezini dolduran halka Kaftancıoğlu'nu ve Köy Enstitüleri'ni anlatmaya çalışacaktım.

Konuşmacı masasında Katancıoğlu’nun gelini Dr. Canan Kaftancığlu ve sanatçı–eski parlamenter Faruk Demir ile birlikteydik. Çok farklı bir topluluk vardı salonda. Kasketleriyle, geleneksel başörtüleriyle pırıl pırıl bakan gözleriyle, halkım, gönlümün sultanı üretici köylülerimdi salonu dolduranlar. 

YAĞMUR...

yağmur

damlalarla iniyor toprağa

yollara / çatılara / kaldırımlara

damlalarla iniyor / hüznün göllendiği hatıralara

BU HAYAT NENEMDEN EMANET...

BU HAYAT / SEYHAT NENEMDEM EMANET

son görüşmemizde
kocaman bir gülümseme vardı / nenemin / gün yanığı yüzünde
gözlerinde kapkara / canlı / derin / gülen ışıklar
yerdeydi bedeni
aynı gün / bir sonraki görüşümde / üstünde beyaz bir çarşaf
ve bir bıçak
çileyle geçmiş / doğurmuş / doyurmuş 
yemeden yememiş / son nefesine kadar da gülmüş / bir ömürden kalan

GÜLMEK VE SÖVMEK...

Bakmayın fotoğrafta böyle ağzım kulaklarımda, gözlerimde mutluluk ışıltıları, güldüğüme… Yanımdaki, Ardahan Ölçekli Seyhat’tan doğma, Eyüp’ten olma kardeşler içinde yaşamdan en erken uğurlanmış, genç yaşta yitirdiğimiz güzel insan, bana tırpan çekmeyi, sigara bükmeyi, türkü dinlerken gözyaşı dökmeyi, yayla güneşine, yıldızlara, tarla kuşlarına, kır çiçeklerine ve hayata okşayan gözlerle bakmayı, yürürken karıncaya basmamayı öğreten, önce Ölçek köylüsü, sonra Ankara’da Tekel işçisi amcam Kerim’in küçük kızı Fatma… Ankara Kitap Fuarı kapanış gününde, Tekin Yayınevi yerleşimindeyiz. Fatma da derneğimizin üyesi, kitaplarımın şaşmaz izleyicisi…

 

BİRİ BİZİ ÇEKİYORMUŞ

Kendi kulaklarımla duydum. Başbakan Davutoğlu, Sultanahmet patlamasıyla ilgili dün akşamki açıklamasında öyle söyledi; ben de duydum: “Birileri bizi Ortadoğu bataklığına çekmek istiyor.”
Acaba yanlış mı duydum diye düşündüm; bir başka kanalda yeniden dinledim. Doğruydu duyduklarım.
Bu işte bir yanlışlık var... 

 

AYRILIK

geldi mi / o ayrılık zamanı
tutuşur / göğün etekleri yanar / da
bin yıllık bir çınar / en yaralı gövdesinden kanar
kervanlar gelir geçer tarih sayfalarından
yorgun bir ceylan balası / anasız
resmine bakar 
eğildiği /hasret pınarından

NOEL NE YILBAŞI NE

Yine geldik aynı günlere. Kimi kavramlar, semboller üzerinden kin ve nefret tohumları dökenlere…
Ellerine pankart almış sokağa çıkmışlar; “Müslüman Noel Kutlamaz”
Kim dedi sana, Müslüman Noel kutluyor diye? 

ERDEMLİ DAVRANIŞA ALKIŞ

Erdemli davranışa alkış!

Yaşamımda ve edebiyat dünyasında ilk kez böyle güzel bir sürprizle karşılaşıyorum.

Çıkar ilişkileri ve ahbap çavuş meclisleri görüşmeleriyle yürüdüğünü bildiğimiz, iktidar yalakalarıyla popüler kültür kuyrukçularının televizyon ekranlarında, gazetelerin kitap eki sayfalarında cirit attığı kültür ve edebiyat dünyasında, edebiyatın özüne yakışan erdem sahibi insanlar da varmış meğer... 

Dünyanın tüm kötülükleri gelse üstüme, gayri gam yemem... Son romanım EĞER, yazarından habersiz televizyon ekranlarına çıkmış MEĞER…

“ÖTEKİ”NİN ACISI

Bizim ülkede duygu dünyasında öncelikle “ötekinin acısı”nı taşıyanlar, hayata tutunamayanlar adına söz almaya çalışanlar, kendilerini bildi bileli başları yerde gezerler…
Ömrümün çoğu önemli sapaklarında, aynı suyu, havayı paylaştığım aynı toprak üzerinde yaşadığım insan kardeşlerimin seçimleri nedeniyle büyük düş kırıklıkları yaşadım; en derin yerlerinden yaralanmış olarak günler, aylar, yıllar geçirdim. 
 

SABAHIN SESİ

kalk dedi çocukluğum / gecenin ortasından
kalk / hayallerinin lambasını yak
en karanlık gecede 
o uzak köy evinde / tepedeki küçücük pencereye bak
sen bakarsan / EĞER / yıldızlar ışıyacak 
nenen Seyhat kalkacak
bin yıllardır bekçisi / nasırlı elleriyle / sabahın ateşini yakacak
amcan Kerim / karıncayı ezmez / deniz ufku gözleriyle
tırpan omuzlayacak
Bibin Sultan dumanı üstünde / kırmızı buğda / güzlük / arpa
bazlamanı katacak
Baba Tonguç / hem Sis Dağı’nın başında / hem Kepir’den Cılavuz’a / tam yirmi bir ocakta
din bezirgânlarına karşı / horonlara duracak
Baykurt / Başaran / Kaftancıoğlu / Apaydın / Akçam
sayısız ışıltısı / gidenlerin
karanlığa açılan yürek / o küçücük bacada / duruyor emanetin

sen kalkmazsan / EĞER / direnmezsen / kin / öfke / iman / kurşun satanlara
nasıl / hayatın önünde / hayallerin koşacak

SEN DE OLMASAN

ya sen de olmasan
bin bir çiçeğin süslediği / özgür rüzgârların estiği
başı bulutlu dağların beklediği o yaylalarda
o şen çocukluğumun el kınası 
kayalara konmasan
yüreğimin kanayan bir ucundan tutup / çağırmasan
 

ÇALI ÇİÇEĞİ

ÇALI ÇİÇEĞİ

sözün bittiği yer demiş birisi
söz biter mi dostum / hayallerim oldukça
en zifiri karanlıkta / en uzak kuytuda
karda / boranda
çalı çiçekleri gibi / dirençle / gülümseyerek durdukça

koy ki tek başınasın / yeryüzünde
unutacak mısın / sesini sevdiğinin
kokusunu / bir köy ocağındaki / isli arpa ekmeğinin
hatırı kalmadı mı / yemeden yediren / giymeden giydiren nenelerin
hayat sende başlamıştı / yine bitecek sende
boş ver anaforunu / şu çıkar dünyasının
sen / özlediğin gibi kal / görmek istediğin gibi san hayatı
gülümse / gülümse…

Fotoğraf. Ercüment Çalı...

BU GÜCÜ NEREDEN ALIYORUM

Kendisini hiç anımsamadığım bir yurttaş önceki gün Bursa’dan yazmış:

“Orhan Kaya
23 Ekim 18:31
Sayın hocam 18 yıl önce param ve sosyal güvencem olmadığı halde bütün dr.lar beni kabulü etmediği ama sizin icin giris aCilen ameliyata alarak hayatını kurtadığınız biriyim size minnettarım lütfen hakkınızı helal edermisiniz.ellerinizden öperim.sonsuz saygılar”

 

İKİNCİ ZAMANA SIĞINMAK

Son zamanlarda günlük yaşam büyük acılarla, kırılmalarla, hayal kırıklıklarıyla biniyor üstümüze. Dünyanın egemenlerinin ve bizi yöneten merkezlerin sistemli eğitim ve kültür kışkırtmalarıyla insan kardeşlerimiz kanımızı donduracak eylemlerde bulunuyor; insan olduğumuzdan utanasımız geliyor.
Böyle zamanlarda yazmayı günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası gibi içselleştirilmiş olmanın getirdiği bir olanak ortaya çıkıyor; “ikinci zamana sığınmak…”
Tanpınar’ın çokça kullandığı o ikinci zaman, benim için kahramanlarımın bulunduğu dünyaya geçip onlarla birlikte orada yaşamanın yollarını açıyor. Kahramanlarımın hayatına katılıp onlara sığınıyorum; konuşmalarını dinliyor, arada bir söze karışmaya çalışıyor, benden uzaklaşan özgür davranışlarıyla birbirleriyle kurdukları ilişkileri gözlüyorum; onları izliyorum.
Elimdeki yeni roman SIĞINTI’ya sığınıyorum son günlerde. SIĞINTI'nın gerçek sığıntısı kahramanlarından birisi değil, yazarın tam da kendisi... Gülay’la, Sedat’la, Hacer’le, Tuna’yla, Zehra’yla, Hicran’la oturup masalara hayatı tartışıyorum…

 

DÜŞE KALKA

düşe kalka geçiyoruz

o bildik / düşman duruşlu istasyonlardan

kan / tuzak / uzak yollardan

liğme liğme yaralarımız

acıya / hep acıya döşenmiş on yıllardır

makassız / sapmasız / karanlığa uzanan

köhne raylarımız

taşlar yağıyor üstümüze

küfürlerle kovalanıyoruz canım

çaldığımız kapılardan / kardeş / komşu duraklarından

EĞER KİTAPÇILARDA

Son kitap EĞER dağıtıma çıktı.

Yanardağ küllerinden beslenen gül;

Karanlık viranelerde öten bülbül gibi bir şey olmalı kimi kez hiç beklenmeden çıkagelen;

Aile yapıları parçalanmış, toplumsal baskılar altında bunalmış iki genci el ele tutuşturan bir masal;

Bulanık, karmakarışık gerçeklikler içinde farklı seslerin birlikte söylediği bir şarkı;

Toprağı, çiçeği, böceği, el emeğini, alın terini, hazla üreteni çoğaltan bir anlam;

Hayat,  bu metnin ateşini tutuşturabilirse ve bize ulaştırabilirse EĞER… 

İKİ NOBEL ÖDÜLÜNDE BORÇLAR VE ALACAKLAR

Haber: “2015 Nobel Kimya Ödülü’nü kazanan Prof. Dr. Aziz Sancar, Türkiye’de bilime gerekli önemin verilmesini istedi. Sancar, ‘Çok iyi öğretmenlerimiz vardı. Bu ödülü memleketime ve Cumhuriyet devrinin başlattığı eğitime borçluyum’ dedi.” (14 Ekim Çarşamba, Milliyet)
Sancar, DNA’nın kendisini yenileme gücüyle ilgili çok önemli bilim gerçekliğini aydınlatarak kanser tedavisi ve hücre onarımı konusunda çığır açacak bir buluşun sahibidir…
Sancar gibi bir bilim adamının yerinde birey şöhretini önde tutan ve örtülü politik niyetlerle bir yerlere göz kırpmayı zekâsının açtığı öznel bir yol olarak gören birileri olsaydı, her şeyi kendi üstün birey ayrıcalığına bağlayacak, böyle bir açıklama duyamayacaktık. Netekim (!) ülkemizde Nobel ödülü alan bir başkası daha vardı. “İstanbul / Şehir ve Hatıralar”da ve başka birçok yapıtta kendi herkesten farklı ve seçkin birey varlığının gururla övünmesini satır aralarına ustaca sızdırmıştı. 
O yurttaşımızın ağzından yurduyla, kendisine özgürce okuma ve yazma olanağı sağlayan Cumhuriyet eğitimiyle ilgili en küçük bir övgü kırıntısını duyabilen var mı?

 

SESLENİŞ…

gece boyunca vurdu dalgalar / köpüklendi kayalar

karı ilk tutacak dağlardan esti / esti de esti / o soğuk rüzgâr

tam şafak vakti havalandı / ses sese / turnalar

bak / kesti bereketini toprak / sarardı yapraklar

inan / içimde yılların / ummadık ihanetlerin / ve bitmeyen bekleyişlerin

ağır /sıkıntısı var

BAK OKULLAR AÇILDI; ADINI DA ÖĞRENMEDİK ÖĞRETMENİM…

Gece boyunca yol almıştık. Benzin bulamıyorduk… Karaborsa, fırsat yıllarıydı. Yalvar yakar üçer beşer litre toplayarak Ünye’ye kadar gelmiş, orada sabahı bekleyerek bir sağlık ocağı bulmuş, sağlık müdürlüğünden yardım almıştık. Karabük'ten yola çıkmış, Trabzon’da Türk Tabipleri Birliği Temsilciler Meclisi toplantısına katılmıştık; ikisi diş hekimi dört kişi gelmiştik.
Yorgun, uykusuzduk; karnımız acıkmıştı. Trabzon çıkışında, dönüş yolundaydık. Yine uykusuz, benzin aramakla geçireceğimiz bir gece yolculuğu vardı önümüzde. Öncelikle açlığımızı gidermeliydik. Yolun sağında, üzerine akşam güneşi düşmüş Karadeniz dalgalarının devinimiyle, lacivert denizle yemyeşil ormanların, bitki örtülerinin sevişmesiyle dalıp gitmiştim. 

UYAN EY ŞEYTAN TUZAKLARINDA KIRILAN İSLAM!…

İslamiyet, Hz. Muhammed öncülüğünde bir adalet arayışı, eşit-kardeş bir toplum için bir hayat felsefesi olarak doğdu. Mekke ve Medine çevresine yerleşmiş, yoksul kabilelerin topraklarına el koymuş, ipotek altına almış, aralarında Yahudi derebeylerinin de bulunduğu zorbalara karşı kandaş toplum geleneklerini taşıyan bir yeniden doğuş gibi oldu. Dört halife döneminde ve özellikle Hz. Ömer adaletiyle dünyaya örnek bir hak- hukuk – insanlık düzeni kurdu.

EY AKLIM

ey aklım 
koyver zincirlerimi
sil kafamdaki kaygıları
bitsin / doldurulacak boşluklar
kitaplar / notlar / sorunlar / sorunlar
her sabah bin kere daha ağırlaşan
kime neyse / edinilmiş sorumluluklar

KARANLIK GÜNLERİN UCUZ KAHRAMANLARI YİNE MEYDANLARDA!

I2 Eylül faşizminin taşeronluğunu da onlar yapmıştı; 
Maraş’ta hamile kadınların karınlarını kesip çıkardıkları ceninleri baltayla parçalamışlardı;
Camiye bomba kondu diye yalan söyleyip gözü dönmüş bir sürüyü ayaklandırmışlar; yüzlerce cana kıymışlardı;
Çorum’da, Sivas’ta yine onlar vardı; tekbir getirerek günahsız insanları katlettiler, yaktılar…
Gözümün önünde yedek subay doktor öldürdüler; iktidar merdivenlerini tırmanıp milletvekili, bakan oldular;
Hemen tüm iktidarlar tarafından açık ya da gizli arkalandılar;
Hem vurdular, hem ne vuruyorsun be diye bağırdılar;

AH ÇOCUK!

gözyaşların boynumun borcu olsun

darağacımın ilmeği gibi dursun

inan / iki elim yakasında olacak

rüyalarını yakanların

DOĞU PENCERESİ

doğu penceremi hep açık tutarım

serin / ürperten / taze bir rüzgâr

akar da akar

sabaha kadar

VIII. HENRY'DEN KANUNİ'YE TARİH BİNDİ TAHTEREVALLİYE

Postmodern düşünce biçimi, tarihle birlikte bilimin tamamını da bir gerçeklik kaynağı, somut bir bilgi birikimi olmaktan çıkardı, yaşamı da yazıyı da aslı olmayan bir metne, bir kopyaya dönüştürdü... Yeryüzü, dünyanın egemeni metropollerden yapılan kültür saldırıları, dinsel ve etnik kışkırtmalar ile insanlık tarihini hiç yaşamamış, giderek karmaşıklaşan bir kan ve sömürü burgacına dönüştü.

Her şeye karşın düşünme yetimizin temeli olan duyularımız ve tümevarım konusundaki becerimizle tarihteki kimi işaretlerden bugün için belli kavram ve anlam boyutlarına ulaşmamıza da kimse engel olamaz. 
İnsanlığın bir kısmına göre uygarlığa erken uyanmış, diğer bir kısmına göre toplumsal örgütlenmede geç kalmış bir coğrafyada yaşıyoruz. Bugün yeryüzü coğrafyasının insan ömrünün uzunluğu ve toplumsal zenginliğin paylaşımı bakımından dünyanın örnek gösterilen yeri ve diğer toplumlar için bir çekim merkezi olan Kuzey Avrupa topraklarında Vikingler, Gotlar, Germenler, Normanlar taş baltalarla savaşıyorken Mezopotamya'da ve diğer büyük nehir deltalarında çoktan toprak demir sabanla altüst edilmeye başlanmış, yerleşik tarım toplumu kurulmuş, insan geçim kaynaklarını ve tarihini kalemle kaydetmeye başlamış bulunuyordu.

YERLE GÖK ARASINDA BİR GARİP EFO

Yaya geçidinin tam ortasında vurmuşlar Efrail’e. Bizim Efo’ya. Koca koca sarı çizgilerinin yüz metre öteden bile görüldüğü bir yaya geçidinde, evinden karşı büfeye geçerken. Kim bilir kaç kilometre hızla çarpmış o araç…

Ölçekli Efrail Saltaş, köylüm, yakınım, can dostum… Güleç yüzlü Efo’yu da ekledik yitiklerin üstüne. Köylümüz, akrabamız Zekiye öğretmenimizin de eşi, güzel insan.

Yıllar oldu görüşmeyeli, tanışalı da on yıllar.

Köyün camisinin yanında karşılaşmıştık on yıllar önce; köyün kuzularını getirmişti otarmaktan. Elinde bir uzun gunut; yani örgüsüz kamçı; bir çubuğa bağlı uzun bir deri parçası; bir sırım… Cılavuz öğretmen okulu öğrencisi o zaman. Bibimoğlu İlimdar gibi. Ben de lise öğrencisi olmalıydım resmen o ilk tanıştırılmamızda.

GÜLE GÜLE GÜZEL İNSAN GÜLE GÜLE CANIM KARDEŞİM…

Başak Kurbanoğlu ile 2008 yılı sonbaharında kendisini kızına adamış örnek bir insan olan annesinin arkadaşı Figen Çetiner aracılığıyla tanışmıştık sanırım. Narin, içi sevgi dolu, duygulu bir genç kızdı. Doğuşundan başlayarak “Kistik Fibrozis” adı verilen ve geriye dönüşü olmayan yıkımlar bırakan bir hastalığı da taşıyordu. Bilgisunar siteleri kurulumu, güncellenmesinde, etkinlik tasarımlarında birlikte çalışmaya başlamıştık. Kısa sürede ısındık birbirimize. Başak, Dursun Akçam ve Alper Akçam sitelerinin kurulumları, güncellenmeleri, söyleşi ve imza günlerinin, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Ankara Şubesi, Dursun Akçam Kültür ve Sanat Vakfı etkinliklerinin tanıtımları dışında bilgisayar kullanımı konusunda da benim elim ayağım, en yakın dostum oldu. Yıllarca birlikte çalıştık, geceli gündüzlü iletişim içinde olduk. YKKED Ankara Şubesi’nin onursal üyesi yaptık Başak’ı… Dursun Akçam Kültür Sanat Günleri katılımcı belgesi aldı.

ÖDÜNÇ ZAMANLAR

ödünç zamanlar almak isterdim hayattan

bir daha görülemeyecek son bakışlar

edalı işveli / az da kibirli

az daha düş üstüme / seninim diyen

sonra da yitip giden / şatafatlı şafaklar sonra

TUT YAKAMDAN…

tut yakamdan çocuk

sor hesabını zamanın

an an

asıl / sor / sars / silkele

hülyalarımı / sevdalarımı / kavgalarımı sor

SEFERİHİSAR'DAN KİRAZ SEFERİNE

28 Şubat Cumartesi, SEFERİHİSAR BELEDİYESİ VE YENİ KUŞAK KÖY ENSTİTÜLÜLER DERNEĞİ ile
Tohum takas çalıştayı'nda
Toprağa, tohuma, kendine ait olma bilinciyle,
Yalana, talana, tohum vurgun ve yasaklarına
Kültür ve sanattan arındırılmış yavan yaşama karşı;
Yeni dostlarla tanışma, yeni SEFERİHİSAR seferleri için verilen sözler,
01 Mart Pazar, İstanbul Soğanlık'ta OKUMA PARKI GRUBU ile KİRAZ'ı masaya yatırma…

Çay tadında, bağlama tadında söyleşide 19 yaşındaki Emre kardeşimin o uzak yaylalardaki Kiraz'ı, göçebe yazarının yaşamdan damıttıklarını içselleştirmiş olarak, anlam çoğulluğunun tadıyla yaptığı konuşmadan sonra yaşanan duygulu anlar,
Yazara iyi ki yazmışım, iyi ki yaşamışım, iyi ki bu güzel İstanbul sabahını bu dostlarla paylaşmışım dedirten bir güzellik;

Diğer dostlarda farklı teller, farklı sesler;
Buluşulan nokta edebiyatın çoğul sesiyle yaşamı değiştirmeye, geleceği yenilemeye yönelik yeni umutlar…
SEFERİHİSAR'da bitmedi sefer…
Daha çok KİRAZ seferleri olacak; özlenene, sevgiye, aşk için direnişe…
Piyasanın uzanamayacağı değerde Kiraz tatlarında buluşulacak…

EZİLENLERİN PEDAGOJİSİ VE EZENLERİN EZİLENLER DEMAGOJİSİ

"Ezilenlerin Pedagojisi", Paulo Freire adlı Brezilyalı bir düşünürün bugünlerde eğitim dünyasında çok konuşulmaya başlanan kitabı… Freire, "Ezilenlerin Pedagojisi"nde sınıflı toplumun ezdiği, baskı ve sömürü altında tuttuğu yığınların eğitim ve özgürleşme sorunu üzerine eğilir, düşünsel ve eylemsel bir derinliğe ulaşır.

"İnsanlaşma; adaletsizlik, sömürü, baskı ve ezenlerin şiddetiyle engellenir; ezilenlerin özgürlük ve adalet özlemiyle kaybettikleri insanlığı yeniden kazanma mücadelesiyle olumlanır."

...devamı

BİRİ BİZİ ÇEKİYORMUŞ

Kendi kulaklarımla duydum. Başbakan Davutoğlu, Sultanahmet patlamasıyla ilgili dün akşamki açıklamasında öyle söyledi; ben de duydum: “Birileri bizi Ortadoğu bataklığına çekmek istiyor.”
Acaba yanlış mı duydum diye düşündüm; bir başka kanalda yeniden dinledim. Doğruydu duyduklarım.
Bu işte bir yanlışlık var... 

 

GÜLMENİN KATLİ ve BATI'NIN ŞARK POLİTİKALARI

Paris'te Charlie Hebdo adlı dergiye yaptıkları baskınla 11 karikatür sanatçısı, bir polisi gözünü kırpmadan öldürürken Hz. Muhammedin intikamını aldığını sananlar yanılıyordu. Onlar, kendi insanlıklarından arındılar, kendi özgürlüklerine kurşun sıktılar. Zaten davranış biçimleri, pervasızlıkları, profesyonel duruşları, insanlıktan çoktan çıkmış ve ruhlarını çoktan bir karanlık kuyuya atmış olduklarını da işaret ediyordu. Büyük olasılıkla da Batılı istihbarat servislerinde ya da onların Orta Doğu uzantısı İsrail Mossad'ında yetiştirilmişler, eğitilmişlerdi.

...devamı

TÜRKÇE, BİLİM VE FELSEFE ÜZERİNE...

24 Aralık 2014 günü Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda düzenlenen 49. TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gündeminde Osmanlı Türkçesi ile ilgili tartışmalar yer almış. 1928 yılında gerçekleşen Harf Devrimi'ne gönderme yapan Erdoğan, "En büyük sıkıntılardan birini de maalesef dilde yaşadık. Bizim bilime son derece müsait dilimiz varken, bir gece yattık, sabah kalktık baktık ki o dil yok"demiş...

Dilimiz dile gelse de kendisini savunabilseydi keşke… 
(Ayrıntılı bilgi için Alper Akçam – Anadolu Rönesansı; Dilin Dilsizliği, Eleştirinin Densizliği – bölümüne bakılabilir. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları 0 232 2565262) 

Yoksul, eğitimsiz, dini ve duygusal iletilerle kolay yönlendirilebilen kitleler oy veriyor iktidar politikalarına… Son kozlarını oynuyor belki de AKP… 

...devamı

KİRAZ - ROMAN

Kiraz, uzak bir Anadolu kasabasından Ankara'ya uzanan bir aşk hikâyesinde günümüz kültürünü sorguluyor... Kırsal alandaki yokluk ve yoksulluklardan yola çıkarak gerçekliğin çoğul zenginlik boyutlarına dokunuyor; farklı tutku ve sevgilere doğru, hiç kapanmaması gereken bir kapı açıyor... 

33. İSTANBUL ULUSLARARASI KİTAP FUARI'NDA İMZA GÜNÜ

Alper Akçam, TÜYAP 33. İstanbul Uluslararası Kitap Fuarı'nda, 12 Kasım Çarşamba ve 15 Kasım Cumartesi günlerinde, saat 15:00 - 18:00 arası, Tekin Yayınevi Standı'nda; 16 Kasım Pazar günü ise Yeni Kuşak Köy Endtitülüler Derneği Standı'nda kitaplarını okurları için imzalayacak. 

TÜYAP FUAR ve KONGRE MERKEZİ, 
Adresi: E-5 Karayolu Gürpınar Kavşağı 
Büyükçekmece - İSTANBUL

 

CUMHURİYET BAYRAMI NEDİR?

Cumhuriyet Bayramı, yoksul ve mazlum bir halkın dünyanın efendilerine kafa tutmasıdır,

Cumhuriyet Bayramı, bir avuç devrimcinin kendi halkının nabız vuruşlarında ölümü göze alarak rütbeyi, ünü, parayı hiçe sayıp yazgı diye önüne sürüleni yırtıp atmasıdır,

Cumhuriyet Bayramı, ortaçağ kafasının, derebeyi baskısının yok etmeye çalıştığı Anadolu halk gerçeğinin, kadın cinsimizin üstündeki karanlık perdenin dağıtılması, aydınlık gelecekler için güçlü bir ışık tutulmasıdır...

...devamı

BU KAN ve ZULÜM ÇUKURUNDA KİMLERİN KAZMASI VAR?

Ülkemizin güney sınırı kan gölünde yitip gitti. Irak'tan Suriye'ye, yüzlerce kilometrede insan canının bini beş para bile değil… Bizden uzak olsun derken kan, kendi coğrafyamıza da sıçradı.  

Emperyalizmin soygun ve sömürü ağında yoksulluk içinde yaşayan insanlar bu kez de petrol ve iktidar savaşlarının kurguladığı, beslediği çetelerin ve etnik kimlikler, inançlar üzerinden kışkırtılan anlamsız öfkelerin saldırısı altında…

...devamı

GÜN DOĞMADAN

 

gün doğmadan
fısıldayabilsen adımı
tülüne seherin
büyüsüne / derin / sessizliğin
kelimeler saplanmadan anlama
bozulmadan
dağdan / ovadan / sudan
akan hayaller
her nesnenin ve her acının
kendisi olduğu o zamandan
kopmadan / ayrılmadan
ki
bileyim
ben miyim yaşayan
kurduğum dünya mı
haydi
fısılda adımı
gerçeğim sensin…

BEŞ YILLIK BİR ARADAN SONRA TEKİN YAYINEVİ'YLE İLK KİTABA

DİLLERİNE KURBAN - Orhan Kemal'de Diyalojik Perspektif

"Türkiye'de yazınsal eleştirinin tarihi pek yenidir; zira okuma kültürümüz tek başına yazar merkezli ve çoğunlukla 'anlatma' zeminine odaklanmış durumdadır. Yazarla birlikte metni bütün bir kültürel boyutlarıyla çözümleme edimi, örneği pek az olan, bakış açısı geniş eleştirmenlerin çabalarıyla çoğalıyor. 

Alper Akçam, zengin yazınsal çabasını, eleştirel okuma kültürümüzün yetkinleşmesine yönlendirerek, Orhan Kemal gibi edebiyatımızın her döneminde tarihsel bir izdüşümle güncel olabilmeyi yansıtma yetkinliğine sahip ustasını, yazınsallığını var eden dil üzerinden irdeliyor.

...devamı

İSİMSİZ ŞİİR

sararan bir bozkırda 
kalan 
son su damlası / hayalin
kavuran güneştir / kibrin
kurutan rüzgâr

kopamam toprağımdan
sevdası derin / köklerimin
yarası ağır

...devamı

BENİM SADIK YARİM KARA TOPRAKTIR

Böyle demişti Âşık Veysel… Tam da Veysel'in sadık yâriydi, sanki benim Ardahan'da öküz boyunduruğunda gün boyu hotaklık yaptığım kara kotan günlerinden anımsadığım, bir çift camuş, üç dört boyun öküz gücüyle devirdiğimiz, derin hakozlar açtığımız o çimli-çiçekli kara topraktı dört beş gündür uğraştığım...

...devamı

SEÇİMLER VE ULUSALCILIK ÜZERİNE...

Seçimlerden sonra, yenilen kanatta, "ulusalcılık" üzerine bir tartışma aldı başını gidiyor.
Kaynağında, ülkenin aydın kesimlerinin yerleşik olduğu, belli bir eğitim düzeyine ulaşmış tüm kentlerinde ve büyük kentlerin eğitimli semtlerinde artık AKP'ye fazla oy çıkmıyor. AKP, bu yörelerde yerleşik, işleri tıkırında olan ihaleci, yandaş şirketlerde voliyi vuranlardan ve politika sayesinde hak etmediği koltuklara gelmiş memur kesim dışında pek kimseden oy alamıyor. 

Bayburt'tan, Erzurum'dan, Rize'den, Urfa'dan, Siirt'ten, Sultanbeyli'den, Bağcılar'dan, Pursaklar'dan, İzmir, Tekirdağ, Çankaya, Kadıköy, Beşiktaş yönetiliyor… 

Yoksul, eğitimsiz, dini ve duygusal iletilerle kolay yönlendirilebilen kitleler oy veriyor iktidar politikalarına… Son kozlarını oynuyor belki de AKP… 

...devamı

BAK MÜFTÜ EFENDİ!

Eyy Mufti Efendi! Bilmez misin ki, bu halk binlerce yıldır bu horonu hep böyle oynar! 
Onlar hayatı yaratan, dünyayı değiştirendir. Ekmeğini taştan çıkarır. Çay biçer, tütün kırar, ip köprülerden geçer, sepet taşır uçurumlarda…Haroslarda, çayırlarda onların tırpan çeliklerinde yanar güneş… 

Lazut verir arpa alır, peynir alır kiraz verir. Kız alır kız verir… Banda, hurma götürür yaylalara; peynir, buğday getirir. Dolidoliye, ikili terazinin kefeleri. Hile hurda işlemez.

Ekmeği yavan da olsa, oynamaktan, eğlenmekten, kol kola durmaktan, imeceden geri durmaz. Şişirir tulumunu, çalar davulunu, yakar tezek ateşini yaylalarda, horona durur. 

...devamı

IŞİD, PETROLÜN KARA KANIDIR!

Batı kapitalizmi ve emperyalizmi, Doğu mazlumlarını yüzlerce yıldır din silahı ile vuruyor.

Doğu derebeyleri yüz yıllardır din silahı ile Batı'nın egemenleri ile işbirliği yapıp kendi halklarına zulüm ediyor, kendi zenginliklerinin Batı kapitalizmi tarafından yağmalanmasına göz yumuyor, gözü doymaz bir hırsla payına düşeni kasasına dolduruyor. IŞİD katliamlarının perde arkası Orta Doğu'daki petrol ve gaz savaşlarıdır. Orta Doğu'da akan kanın asıl sorumlusu da Batı emperyalizmi ile onlarla işbirlikçiliği, ortaklık yapan Doğulu derebeylerdir.

Bugün, ABD, kendi kurdurduğu Irak iktidarına ve Kürt yerel yönetimine IŞİD silahı ile vurarak hakkımdır dediği petrol payını koparıyor!

...devamı

ÇAL DAĞI'NDA ÇALAR DAVUL

Turgutlu Çal Dağı'nda nikel ve de kobalt ve de demir aramak üzere önce bir İngiliz firmasının ruhsat alıp sonra yerli parababaları şirketine devrettiği maden arama işi için kesilen ağaç sayısı 300.000'e varmış (Turgutlu Çevre Platformu açıklaması -gazeteler-)! 


Savulun yağmacılar geliyor…

Orman, ağaç, dağ, dere, tepe, otlak koymadı, yağmalıyorlar. Otlakları 49 yıllığına kiraya veriyor, yapılaşmaya açıyorlar; kesip dağıtıyorlar. Sıra zeytinliklere de geldi…

...devamı

SIRA ZEYTİNLİKLERDE!

05 Temmuz 2014 tarihli gazeteler yazıyor: TBMM alt komisyonda bulunan bir yasa tasarısıyla zeytinlikler de maden ve enerji şirketlerinin hizmetine sunuluyor! 

Neler sunulmadı ki adamların hizmetine… Gezin bakın Anadolu'yu… 
Petrol şirketlerinin el ovuşturup kasa doldurduğu kara yolları boyunca bitmek tükenmek bilmeyen dağ, tepe, dere yıkımı var. Bıraktık demiryollarına ve deniz ulaşımına gereken önem verilmediği için karayollarındaki kazalarda parçalanan, kanı yere serilen insanlarımızı, adamlar istedikleri dağı tepeyi dereyi gönüllerince kazıp deviriyor, kayaları dinamitleyip doğanın görüntüsünü de yapısını da alt üst ediyor.…

...devamı

KMİ

Ardahanlı arkadaşların hemen tanıyıverdiği gibi, elimdekiler kmi... Bizim yöreye özgü efsane bir bitkidir. Sık sık düzlere çıkar birer arka kmi toplayıp dönerdik. Serilirdik garabanlara, saatlerce yerdik. Antioksidan ve kan yağı çözücü etkisi oluduğundan eminim. 

ARDAHAN'DA ORMAN KATLİAMI!

Ardahan'da yol genişletiliyormuş! Şu an hiç de gerekli değil oysa! Tek tük araç geçişi görülen Ardahan Çıldır yolunun Ölçek Köyü – Çığıstan ormanı bölgesinde binlerce sarıçam fidanı ve yüzlerce ağaç katledildi; katliam sürüyor… 

Bu bölge Anadolu'nun su ve yaşam sigortasıdır; uyan Türkiye!

Doğayı, insanı hiçe sayan, kâr için gözünü karartan kapitalist sistemin jandarmalığın yapan petrol şirketleri, Türkiye gibi, ülke geleceği için değil bir avuç parababasının kârı için politika kuran, din istismarı ile iktidarlar oluşturan coğrafyalarda doğa katliamını sürdürüyor.

...devamı

 

"BATILI AYNALARDA DOĞULU GÖLGELERİN DANSI"

13 Haziran 1910 günü Avam kamarasında konuşan, sicilinde Başbakanlık, İrlanda İçişleri Bakanlığı ve İskoçya Bakanlığı bulunan İngiliz politikacı Lord Arthur James Balfour şöyle diyordu:
“Her şeyden önce olgulara bakın. Batılı uluslar, tarihte ortaya çıkar çıkmaz, … kendilerine özgü erdemleri edinip… kendi kendini yönetme yetilerinin ilk ilkelerini sergilediler,… Genel deyişle ‘Doğu’daki Şarklıların tarihine bir göz atın, kendi kendini yönetmenin izine rastlayamazsınız. (…) Bu büyük uluslar için –büyüklüklerini kabul ediyorum- bu mutlakiyetçi yönetimin bizim tasarrufumuzda olması hayırlı mıdır? Hayırlıdır derim ben” (Edward Said, Şarkiyatçılık, s 42-43).

...devamı

KAZ ETİNİN DE TADI KAÇTI

Sessiz sedasız kesildi kazlar; Doğu'dan Bat'ya buzluklara tıkıldı, yoksul sofralarında da, zengin yemeklerinde de boy göstermeye başladı.Sessiz sedasız kesildi kazlar; Doğu'dan Batı'ya buzluklara tıkıldı, yoksul sofralarında da, zengin yemeklerinde de boy göstermeye başladı. 

Amansız karakışların oturduğu Kars-Ardahan platosunun, Kuzeydoğu Anadolu yaylalarının en önemli besin kaynaklarından birisidir kaz eti. Yaygın kanının tersine, Kuzeydoğu köylüsü beslediği sığırın ve koyunun etini bayramdan bayrama, ya da hayvan kazara dereden tepeden uçarsa, bir yerleri kırılıp yaşaması olanaksızlaşırsa, görür. Kazaya uğrayan hayvan kesilir, gereksinimi olsun olmasın, komşular birer parçasını satın alarak zarara uğrayan köylülerine yardımcı olur…

...devamı



"AH DUMANLI DAĞLAR / KARI GÖRDÜM BUGÜN…"

Sesi hâlâ kulaklarımda. 

"Kızın adı Gülenaz / Ah dumanlı dağlar karı gördüm bugün
Her gün eder bana naz / Gözlerim ağlar yarı gördüm bugün"
Sürüp giderdi türkü; "Elinde süt küleği / sütten bayaz bileği…"

Ölçek Köyü'nde Sultan bibimgilin odada toplanırdık. Köyün duyarlı, duygulu ve devrimci öğretmeniydi Ahmet Çakmak.

NENEMİN PAĞAÇASI

Nobelli yazarların "baba bavulu" oluyormuş; bizimkisi nene pağaçası…

Kediye göre budu demişler…

Ocakta ateşini hep diri tuttuğu kara taşın üstünü kaz kanadıyla siler önce Nenem. Daha önce yoğurduğu, mayalanıp kabarmış hamurunu unlayıp yayar sıcak taşın üstüne. Sacı kapatır…

...devamı

GERÇEKLİĞİN ÇOĞUL YÜZÜ

Bazı kavramları konuşurken, yazarken, öylece kullanır geçeriz. O kavramın anlam boyutunu çok da düşünmeyiz açıkçası. Kavramlar, sanki ancak yaşam gerçekliği içinde kendi öz rengini ve kokusunu salar; kucaklaşır bizimle. 

"Gerçekliğin çoğul yüzü" ya da "göstergenin çoğul yapısı" deyince, aklıma önce çok severek okuduğum Mihail Bahtin gelir... 

...devamı

DAYAN TAHRİR!

EMPERYALİZMİN KİRLİ KELEPÇESİNİ KIR!
TAKSİM'DEN TAHRİR'E,
ÖZGÜRLÜK VE ONURLU BİR YAŞAM İSTEYEN TÜM MÜSLÜMAN HALKLAR SENİNLE…

2 Temmuz 1798 günü Mısır'ı işgal için İskenderiye'ye çıkmış Napolyon, karşısına toplattığı Mısırlılar'a seslenirken "nous sommes les vrais Musulmans" (biz gerçek Müslümanlarız) diyerek açmıştı iğrenç yalanlar kapısını. 

II.Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki emperyalist güçler yer değiştiriyor, Fransız ve İngiliz egemenliğinin yerini alan ve dünya emperyalizminin jandarmalığına soyunmuş ABD emperyalizmi yeni oyunlarla varlığını perçinlemeye çalışıyordu...

...devamı

DİLDE DEĞİŞİM, DÜŞÜNCEDE DEĞİŞİM...

24 Mayıs 2013 Cuma günü, Ankara'da, Çay Yolu'nda, dostların çağrısıyla katıldığımız bir etkinlikteyiz.


Parkın ortasına kurulmuş sahnenin iki yanındaki büyük kolonlardan sesler yankılanıyor. Sunucu sık sık tekrarlıyor duyuruyu; sesi çevredeki yapılarda da yankılanıyor:

"Çağdaş Ankara'nın aydınlık yüzü, 9. Çay Yolu Gençlik Festivali'ne hoş geldiniz!"
"Az sonra Line Dans Grubu'nu izleyeceksiniz; daha sonra Eurofit sahne alacak!" 

Çağdaşlık ve aydınlık yüzlü olmak bunları gerektiriyor demek; "Grup Line" ve "Eurofit"...

...devamı

KEPİRTEPE'DEN CILAVUZ'A, TOPRAKTAN BOŞLUĞA DÖNÜŞ!

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu birçok düşünür tarafından bir kültür devrimi olarak tanımlanmıştı. Bu kültür devriminin ana öğelerinden biri de yüzlerce yıldır ülkede egemenliğini sürdüren saltanat makamı tarafından görmezden gelinmiş, hatta zaman zaman düşmanca davranılmış olan halk yığınları ve köylülüğe verilen önemdi...

Osmanlı saltanatı, özellikle de “kesim (mukataa) düzeniyle birlikte üretici yığınlarla, kendi kurucusu olan soyla, ekonomik ve tarihi bağlarını iyice kesip koparmış, derebeyleşmiş, halk yığınlarının dışında kalıp tüketici bir yozlaşmaya uğramıştı.

...devamı

SİYAH

* NOTOS ÖYKÜ dergisinin Ağustos-Eylül 2012 tarihli 35. Sayısında yayınlanmıştır.

Balkondayız. Arkadaşım Bora'nın evinde; üst kattaki geniş balkonda… 
Aysel az önce geçti sokaktan. Bu saatte çıkıp gelir okuldan.
Bekliyorum... Eve girer girmez, terasa çıkar. Çevreye bakar. Kimlerin kendisine bakmakta olduğunu kontrol etmek için sanki.
İşte çıktı… Bize doğru bakıyor. Balkonlarda başka bakanları da var Aysel'in. Mahallemizin en güzel kızı…
İşin kötüsü henüz ilkokula gidiyor.
Kuzgun renkli saçları, kapkara gözleri, siyah okul önlüğüyle Aysel hepimizin özlemi, göz ağrısı…

...devamı

EĞİTİME YÜKLENEN SİYASAL İŞLEVLER VE KÖY ENSTİTÜLERİ

* Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Topluluğu ile Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Ankara Şubesi'nin birlikte düzenledikleri 28 Kasım 2012 tarihli toplantıda yaptığı konuşmanın metnidir.

İnsanlık tarihine baktığımızda, genç kuşaklara toplumsal kültürün ve bilginin aktarılması, bilgiye ulaşma yol ve yöntemleri konusunda genç kuşakların yetiştirilmesi anlamında ele alacağımız eğitim ve öğretim, ancak ortaçağ 

sonrasında toplumların önemli bir sorunu durumuna gelebilmişti. Ortaçağın eğitim ve öğretimi, egemen dinsel örgütün veya feodal-monarşik gücün kendi ideolojisinin genç kuşaklara belletilmesi olarak yapılanıyordu...

...devamı

KAPAK KIZI'NDA KAHRAMANLAR KARNAVALI

* TURNALAR dergisinin Ekim-Aralık 2012 tarihli 48. Sayısında yayınlanmıştır.

Ayfer Tunç, birçok yapıtında çok kalabalık kahraman ve karakter kadroları açarak yazınsal alanda bir tür orkestra kuran, kahramanlar karnavalı düzenleyen bir yazardır. 

Ayfer Tunç yapıtlarında, anlatının olay örgüsü, dolaylı olarak anlatıya girmiş değişik ideolojik yapılar ve yazar bakış açısından çok, kahraman ve karakterlerin diyalogları, kendilerine yönelik iç çözümlemeleri ve anlatı değişimleri göze çarpar. Ayfer Tunç romanı, "Ben insanın, türlü çeşitli, her soydan, her boydan, her inançtan insanın öyküsüyüm" diye ses verir. Kahraman ve karakterler metne koşarak girerler...

...devamı

"HAYATI ÇOĞALTAN OKUL, YÜKSEK KÖY ENSTİTÜSÜ"NDE HALK KÜLTÜRÜ

 

"Wittgenstein, felsefenin görevleri üzerine konuşurken Kral Lear'dan bir alıntı yapar, Bu alıntıda, Spakespeare, kahramanının ağzından "Size farklılıkları öğreteceğim" demektedir.
Farklılıklar ve ayrıntılar, imgelem ve bilginin tükenmeyen kaynağıdır… Hayat, ancak felsefenin ve düşün dünyamızın farklılıkları algılaması ve paylaşılabilir kılması ile çoğalabilir...

...devamı

89. YILINDA 29 EKİM 1923 SEMPOZYUMU OSMANLI'DAN CUMHURİYETE, CUMHURİYETTEN OSMANLI'YA MI?

Alper Akçam, 5 Kasım Pazartesi ve 6 Kasım Salı günleri, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde düzenlenen "Osmanlı'dan Cumhuriyete, Cumhuriyetten Osmanlı'ya mı?" başlıklı sempozyumda birçok değerli isim ile bir araya gelecek.

Yer: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, 
       Aziz Köklü Konferans Salonu 
       Cebeci, ANKARA

NAZIM HİKMET KÜLTÜR MERKEZİ'NDE İMZA GÜNÜ

Alper Akçam, 6 Ekim Cumartesi günü, saat 14:00'da, Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Merkezi'nde düzenlenen imza gününde birçok değerli yazar ile bir araya gelerek kitaplarını okurları için imzalayacak. 

Nazım Hikmet Kültür Merkezi Adresi: 
Karanfil Sokak No:58 Kızılay/Ankara

YAZIMI KIŞA ÇEVİRDİN

2001 yılıydı... Bursa'da, Bursa Belediyesi Kültür ve Sanat Vakfı Edebiyat Kurulu Üyesi olarak çalışırken, türkü dinlemeye gittiğimiz bir akşam, bir dostuma, "Elimde olanak olsa, üç güzel insanı, bu toprağın, bu dört bir yanı birbiriyle çok farklı ve birbirinden güzel sesler taşıyan Anadolu'yu temsil eden üç insanı bir araya getirir, üçüne birden türkü söylettirip, üçüne birden sarılıp öpmek isterdim" demiştim...

Dileğimi ben elbette ki yerine getiremezdim; olanağı olan başkaları da çok umursamazdı böyle şeyleri...

...devamı

ÖYKÜ: KÂFTARKÜSKİ

(Dedem Eyüp Akçam'ın anısına) 
Günlerdir pus, korku, kaygı kalkmadı yaylamızdan. Sabaha güneş doğacak umuduyla giriyorum yayla damının en gerisindeki kırk yamalı, çamur ve süt kokulu yün yorganımın altına. Epeyce dönüp duruyorum uyuyabilmek için. Uyurmuş gibi oluyor, ya da gerçekten uyuyor, sonra bir ürpermeyle sıçrayarak uyanıyorum. Gözümün önünde kara kara şekiller, sayılar, harfler, kulaklarımda gece boyunca duyduğum ya da duyduğumu sandığım sesler... Uykuyla korku, kapkaranlık geceye dönmüş içimde biraz daha fazla yer kapmak için boğuşuyorlar. Kimi korku kazanıyor kavgayı, kimi uyku... Sanki ben değilmişim gibi onları var eden, bana hiç danışmadan içimde cirit atıyorlar.

GİDENLER GELENLERDİ adlı kitaptan...

...devamı

ARDAHAN TEKEL 75. YIL YİBO’DA ALPER AKÇAM SÖYLEŞİSİ VE İMZA GÜNÜ

 

Söyleşi öncesi öğrenciler Alper Akçam’ın Dostum Keleş adlı oyunundan “Öküzler de Ağlarmış” adlı öyküyü canlandırdılar.

Söyleşi ve ertesi gün yapılan imza günü öğrencilerin coşkulu katılımlarına sahne oldu.

Salonda söyleşiye katılan ve sonra kitap imzalattıran öğrencilerin gözleri ışıl ışıldı.

...devamı

TROYA FOLKLOR ARAŞTIRMA DERNEĞİ’NİN 2011 EDEBİYAT ÖDÜLÜ’NÜ ALPER AKÇAM ALDI

 

22 Ocak 2012 tarihinde, Bahçeşehir Üniversitesi’nde yapılan ödül töreninde yaptığı konuşmanın metnidir.

Değerli dostlar,

Konuşmama, FOLKLOR ŞİİR İÇİN DİRENİYOR diyerek başla- yacağım.

Cemal Süreyya, genç Cumhuriyet’in aydınlanmacı, pozitif düşünceye açık, eleştirel aklın epeyce yer aldığı okul sıralarında yetişen şanslı bir kuşaktandı… Çağdaş şiirin her türlü kalıba ve ön yargıya meydan okuyan olabildiğine muhalif ve isyankâr duruşuyla sözünü esirgememiş, “Folklor Şiire Düşman” demişti (Ekim 1956 tarihli a dergisi). 

...devamı



KIRMIZI PAZARTESİ: ÖLÜMÜNE FİESTA

Kolombiyalı Garcia Marquez, Yüzyıllık Yalnızlık adlı yapıtla adını tüm dünyaya duyurmuş, 1982Nobel Ödülü’nü almış bir yazardır. Hem Yüzyıllık Yalnızlık’ta, hem diğer yapıtlarında Latin Amerika kökenli Büyülü Gerçekçilik akımı içinde değerlendirilen groteskçi bir tarzı vardır. “Grotesk” sözcüğünün yazın alanında kullanılışında Rus kültürbilimci Mihail Bahtin’in çalışmaları öncü olmuştur diyebiliriz. Önceleri, Roma kalıntılarında tuhaf bir...

...devamı

TOPRAKTAN BOŞLUĞA...

* "Türkiye'de Öğretmen Gerçeği" etkinliğinde yaptığı konuşmanın metnidir.

Kültür ve edebiyat, kimilerine göre özdeksel yaşamın bir izdüşümüdür, yaşamın gerçekliğini yansıtır, ya da öyle olması gerekir... Kimilerine göre, gerçekliğin ötesine geçmeyi başarabilen imgesel gücüyle tansıksı bir öngörüye sahiptir. Başka bir görüşe göre, özellikle de edebiyat, yalnızca bir dil uğraşıdır ve ancak kendi içine dönük olarak çözümlenebilir, yorumlanabilir… Bu birbiriyle çelişir görülen bakış açılarının varlığından da anlaşılacağı üzere, bireyle birey, bireyle toplum arasındaki ilişkileri düzenleyen, olanaklı kılan, dil, kültür ve edebiyatta kullandığımız söylem, her zaman gönderisi olan nesneyle örtüşmeyebilir... 

...devamı

 

ORHAN PAMUK'TA "SAF VE DÜŞÜNCELİ EDEBİYAT" ÜZERİNE

Cumhuriyet Kitap Eki'nin 24 Kasım 2011 tarihli 1136. Sayısında değerli dostum Onur Bilge Kula'nın "Schiller'den Orhan Pamuk'a 'Saf ve Düşünceli Edebiyat'" başlıklı bir yazısı yayınlandı.


Yazı, kitap ekinin orta sayfalarında tam dört sayfa yer tutuyordu. Son yıllarda hiçbir kitaba ve yazara böylesine özel bir yer ayrılmamıştı Cumhuriyet Kitap Eki'nde…

...devamı

BEYİN GÜCÜ MEZARLIĞI: TÜRKİYE

*Dr. Nusret Fişek Anma Etkinliği kapsamında yapılan konuşma metnidir.

Türkiye'yi birkaç sözle tanımlayabilir misiniz gibi bir sorunun en güzel yanıtlarından biri de bu düşünce ortamının konu başlığı olacaktır sanırım.

Evet; Türkiye, beyin gücü mezarlığına dönüşmüş bir ülkedir.

Beyin sözcüğünü, "hem kendi yaşamı, hem çevresi için bir imgelem, bilgi ve bilinç kaynağı olmayı başarmış, kavrayış ve yaratıcı yetisi yüksek bilinçli davranış sahibi insan" olarak anlamlandırarak söze başladığımızda, bu ülkenin ne kadar çok değere hem de en üretken çağında mezar olduğunu açıkça görebiliriz...

...devamı

DİŞ FIRÇASI

"Şeytan diyor ki, el değmemiş bedeninle, yat Zurna Kaso'nun altına… Sonra da, al yağlı ipi eline… Alın sizin namusunuz; alın sizin bana verdiğiniz hayata cevap…"
Ağır tahta kapıyı sertçe vurup kapattı Şahsenem. Avlunun karanlığı, içindeki karanlıkla buluşurken anasının sesi yükseldi en dipteki bölmeden. "Kız o nasıl kapı kapatmak, yıldırım vuracaği…"
İçerideki ocakta sütü ısıtıyordu anası, peynir yapacaktı.
Şahsenem durdu bir an… Az önce kime seslenmişti "siz" diye? Kiminleydi kavgası?..

...devamı

FAKİR BAYKURT'TA KAPLUMBAĞALAR'DAN YÜKSEK FIRINLAR'A GROTESK HALK KÜLTÜRÜNDEN ÇOK SESLİ ÇAĞDAŞ METNE…

Fakir Baykurt, kendi deyimiyle, "bacaklarını gerip güne karşı işeyen" bir yazardır; "insan hayatını karartan "beylerle, paşalarla" uğraşır… Baykurt'un yazın çizgisinin arkasında, anası Elif'in evinde karşılaştığı, o sıra kafasındaki roman olan Kaplumbağalar'dan söz ettiğinde, "sivrelt kalemini halam, sivrelt de yaz" diye bağıran köylüsü Haçça Akdoğan'ın sesi hep duyulur. "İstemeyenlerin ağzına tüküreyim!" demiştir Akçaköylü Haçça. Sonra da devam etmiştir… "Dünyada insanın sıkıntısı bir çanak bulgurla, bir lokma kuru ekmeğe mi? Topal eşeğime yükler, ben iletirim senin çocuklarına! Sivrelt kalemini, durmadan yaz." 

Durmadan yazmıştır Baykurt… İçinde doğup büyüdüğü halk kültüründen aldığı çoğul ve yenileştirici güçle, önce o kültürün evrensel kültürle buluşması için öncülük etmiş, sonra da bir ayağını attığı Avrupa'dan yenileşmiş bir biçemle ses vermiştir...

...devamı




KURA NEHRİ, SUYUMUZ, EKMEĞİMİZ, SÜTÜMÜZ, BALIMIZ, CANIMIZDIR!

CANIMIZI VERİRİZ; KURA'YI VERMEYİZ!..
"Hele ölmedik" dedik; çıktık yollara.
Ne bir avuç olduğumuza aldırdık,
Ne işim, gücüm, çoluğum, çocuğum, "çok yoğunum" dedik…
Kura Nehri ile, iki ineğin, bir kovan arının ekmeğini yiyen üç yüz bin Ardahanlı sessiz kalamazdı…

Kura nehri, Ardahan hayvancılığının, arıcılığının, 
Değeri bir türlü bilinememiş bin iki yüz çiçekli kırlarının,
Ardahan ekmeğinin, suyunun, balının can damarıdır.
Kamulaştırmalarla üç kuruş alacağım diyerek hesap yapanların, 
Ardahan platosundaki ekolojik dengeyi bozacak, 
Ucube sanayileşmelerden medet umanların,
Düzce'ye, Ordu'ya, fındık bahçelerine gidip 
Orada insanlık dışı koşullarda barınan ve 
Günde on iki saat çalışma karşılığı yirmi sekiz liraya çile çekenleri görmelerini öneriyoruz.

Kura'nın Ardahan'dan alınmasına göz yumanlar, 
Üç yüz bin insanın ekmeğiyle oynuyorlar. 
Ardahan doğasının kirlenmesini, karışması isteyenler 
Çocuklarına, torunlarına, fındık işçiliği, sendikasız sigortasız kot taşlamacılığı, asbest zehiri, kanser tozu istiyorlar demektir!!!  
Biz istemiyoruz;
CANIMIZI VERİRİZ, KURA'YI VERMEYİZ diyoruz.

İKİ ROMANDAN BİR KURTULUŞ SAVAŞI

Yazar, nesnel gerçekliklerin imgesel kaynak olduğu kendi bilinç işleyişine düşlem ve yenileştirme gücünü ekleyerek yeni "metinsel gerçeklikler" kuran bir dil işçisidir. İçinde hiçbir gerçeklik imgesi barındırmayan bir metin, ne edebiyat yapıtı olabilir, ne de insancıl bir iletişim aracı…

Edebiyat yapıtında, metnin kendi dili üzerine kapanarak oluşturduğu özgün biçem, yapıtın yazınsal niteliğinin can damarıdır. Nesnel gerçekliğin içeriğe katılırken geçirdiği değişim, metnin biçimine de yansımalı, yazar için bir özgünlük taşıyor olmalıdır. Konu ve temaları ortak romanlarda, biçimsel farklılıklar dışında farklı anlam boyutları da ortaya çıkabilmektedir; çıkmalıdır. Bu farkın oluşumunda, yazarın toplumsal ve bireysel birikimi...

...devamı

KÜLTÜR VE EDEBİYATTA ŞARKİYATÇILIK İZLERİ

Ürdün asıllı ABDli bilim adamı Edward Said'in aynı adlı yapıtından sonra daha çok konuşulur ve tartışılır duruma gelen Şarkiyatçılık, genel olarak bir bilim olarak doğmuştur demek çok da yanlış olmayacaktır. Şarkiyatçılık, süreç içinde siyasal, ekonomik, kültürel, sanatsal birçok çalışmanın bir araya geldiği bir düşünce ve davranış genişliği kazandı… Günümüz dünyasında, özellikle Batı ve Batı'nın önkoşullarını hazırladığı Doğu'daki iktidarlar için "hegemonik bir kültür olarak kullanılmaya başlandı… Nurdan Gürbilek, Şarkiyatçılık'ı, "bilgiyle iktidar arasındaki suç ortaklığı" olarak tanımlıyor (Nurdan Gürbilek, Benden Önce Bir Başkası, s 169). Bu suç ortaklığı, piyasanın baştan sona kıskaç altına aldığı bireyin tek direniş noktası olan sanat ve edebiyata kadar uzandığında, tablo, bir kara gülmeceye dönüşüyor.

...devamı

KÜLTÜR-SANAT ETKİNLİKLERİ, POPÜLİZM VE ERDEM ÜZERİNE …

Ardahan, Anadolu'nun en kuzeydoğusunda, iki bin metreye yakın yükseklikte, on yedi bin nüfuslu, halkının çoğunluğu ilkel yöntemlerle tarım ve hayvancılık yaparak geçinen bir bölgedeki ilimiz. Adı il olmasına karşın, düzensiz yapılaşan, tarihi taş yapılarının yerini iğreti apartmanlarla değiştiren, gıda toptancılarıyla canlı hayvan ticareti yapanların her şeyin egemeni olduğu, cadde ve sokaklarında at kaçkalarının dolaştığı, hayvan pisliklerinin koktuğu bir kasabadan öteye geçebildiği pek söylenemez. Köylerde yine tezek yakılıyor (bence hiç sakıncası yok; doğaya en az zarar veren ekolojik bir yaşam dönüşümü), tarımda kol emeği en yaygın üretim gücü, köydeki üretici dünyanın en doğal, en zengin içerikli sütünü kırk kuruştan satıyor, şehir merkezindeki memur nereden geldiği belli olmayan sütü marketten yüz altmış kuruşa alıp içiyor… Üniversite giriş ve orta öğretim sınavlarındaysa, hep son üç sıradan birinde çakılı Ardahan… Ardahan'a atanan her kamu görevlisinin, her öğretmenin gözü, bir yolunu bulup hemen geri kaçmada… 

...devamı

Anadolu Rönesans'nın İşaret Fişeği : MAHMUT MAKAL

1789 yılının 14 Temmuzu'nda, otokratik ve teokratik ortaçağ zorbalığına karşı Fransa'da büyük devrim başlamıştır. Monarşik krallık ile onun ekonomik-politik ortağı kilise despotluğu ve soygunculuğuna karşı, burjuvazinin başını çektiği halk yığınları ayaklanmış, yeni bir çağın kapısını zorlamaya başlamıştır. Devrimin başladığı akşam, birbirinden haberi olmaksızın, Paris'te aynı anda birçok yerde saat kulelerine ateş açılmış, kulelerdeki saatler parçalanmıştır (Gürbilek 103). 

Saat kulelerine açılan ateş, yoksul ve çalışan yığınlar için tüm haksızlıkları, adaletsizlikleri içermekte olan şimdiki zamana ve toplumsal yazgıya başkaldırının başka bir biçimde anlatılmasıdır…

...devamı

"SON BALIK" KORE DİLİNDE YAYINLANDI

Alper Akçam'ın Son Balık adlı öyküsü Kore dilinde yayınlandı.

Yunus Nadi 2008 öykü ödülü almış Kiev'de Aşk adlı kitapta yer alan Son Balık adlı öykü Kore diline çevrildi, Asya dergisinde yer aldı.

 

KASKETİNİ SALLAYARAK AYRILDI ARAMIZDAN

Kasket en çok ona yakışırdı. Siperinin altından dost ateşli gözlerini görürdünüz önce. Sonra kara mintanının örttüğü yüreğindeki mertliği...

Bir elinde sarma sigarası, çocuk penceremin önünden geçerdi. Dört beş yaşlarında olmalıydım, o kasketli adamın görüntüsünü belleğime ilk yazdığımda. 

Çakmaklı deresine aşağı köpürerek gelen çayın üstüne eğilmiş söğüt ağacının gövdesiydi köprümüz. Oradan geçer, "Ziyarat Punğarı"ndan su içerdik. 

...devamı

KIRMIZIYIM, AKARIM SUYA AŞAĞI

"Dur kız, dur Allah'ın aptalı… Ele güne rezil edeceksin beni. Yalınayak nereye koşuyorsun? Elindeki bahçe terliklerini bırak da öyle git nereye gidiyorsan. Al giy şu pis ayakkabılarını."


Baba! Al bu kırmızı ayakkabıları. Al… Altı düz lastiğimi ver bana. Kara, kapkara lastiğimi…

...devamı

ASALET

Sude hanım sabah özenle sürdüğü rujunu kollamaya çalışarak kahvesinden küçük ve kibar bir yudum çekti… Konuşurken iki yana sallıyordu başını.

"Kaç kez söyledim şu kıza… Belli etme müşteriyi küçümsediğini, aşağıladığını diye… Söz dinlemiyor… Paraları olmadığı halde bir şeyler bakmak için mağazaya girenleri, sonradan para pul sahibi olmuş gösteriş budalalarını görür görmez, eli ayağı titremeye başlıyor sanki."

...devamı

OĞUZ TANSEL ÇOCUK YAZINI ÖDÜL TÖRENİ

Oğuz Tansel Çocuk Yazını Ödül Töreni,
23 Mayıs 2011 Pazartesi Günü, Saat 18.00'de 
Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde gerçekleşecek. 

Törende Seçici Kurul Üyesi Alper Akçam da bir konuşma yapacak... 



 

USTALARIN USTASI

Sezai bey ter içinde kalmıştı. Yorulmuş, sıcaktan bunalmış, öfkeden dişlerini birbirine sürtmeye başlamıştı. İçinde durmaksızın kabarıp köpüren öfkesinin hedefinde kendisi de vardı. "Aptal" diyordu kendi kendine, "aptal herif, kim sana yalancı bir saygı gösterir, kim riyakârca davranırsa, gevşeyip bırakıveriyorsun kendini…"

...devamı

BİZE Mİ SORDUNUZ…

Bize mi sordunuz, insanlarımız karın doyuracak ekmek bulamazken şehirlerimizin dört bir yanını devasa alışveriş merkezleriyle doldururken? 

Bize mi sordunuz, bulvarlarımızın, caddelerimizin iki yanına koca çelik yığınları, çarşıların içine ışıl ışıl dükkânlar kurarken? 

Bize mi sordunuz insan yerine yürüyen teneke yığınlarını, güneşi, rüzgârı tutuklayan beton yığınlarını, karşılığında ruhunuzu bile satışa çıkardığınız parayı severken?

...devamı

YAYLALARA YILDIZ YAĞMIŞ; ARDAHAN

Cumhuriyet Kitap Yayınları'nda çıkan GEÇMİŞİ SİLİNEN KENTLERkitabında Alper Akçam'ın yazısı...

Sen doğup büyüdüğüm yurt parçasısın; yaşam sevinci denen duyguyu tanıdığım, özgürce tattığım, yüreğinde sakladığım coğrafyamsın. Çocukluğumu ve gençliğimin, zorunlu işlerden, yaşadığım uzak yerlerdeki toplumsal yoğunluklardan ayrı kalabildiğim tüm zamanlarını, an be an, bin bir hazla yaşadığım vatanımsın. Sen Ardahanımsın… 

...devamı

AYDINLANMAMIŞ TARİH KÖŞELERİ

Yazar Alper AKÇAM'ın Sözcükler Dergisi 30. sayısında yer alan yazısı:
Aydınlanmamış Tarih Köşeleri
I. TANPINAR'DA DEĞİŞİM

12 Eylül 1980 darbesi sonrası, söz yerindeyse yeniden yapılanan kültür ve edebiyat ortamımız, kendi tarihini de bir kez daha yazmaya girişti. Bu dönemeçte dikkat çeken önemli noktalardan birisi de "Ahmet Hamdi Tanpınar'ın değeri" üzerine yapılan tartışmalardı. 1990 sonrası yaptığı atakla evrensel alanda yazın dünyamızı temsil edebilecek bir üne kavuşacak olan Orhan Pamuk'tan, az sayıda ürettiği metinle tansıksı bir saygınlık uyandırmış Orhan Koçak'a...

...devamı

GALATASARAY HASTA MI?

Hiç kuşkusuz, evet! Bir hastalık varlığı konusunda kimsenin kuşkusu yoktur da, hastalığın niteliği üzerine rivayet muhteliftir.

1964 yılı, Ankara'da Kızılay'daki Bulvar Otel önünde oturduğu sandalyeden kalkarak Anadolu'nun çatısı Ardahan'dan Kırıkkale'ye, Kırıkkale'den Ankara'ya yeni göç etmiş içine kapanık bir öğrenciye, ben küçük taraftarına yerini veren Metin Oktay'la karşılaşmış olduğum gün, bir ad sıcaklığı olarak yüreğimde yer tutan Galatasaraylılık, bir takım ve forma aşkı olarak derinlerimde bir yerlere işlemişti.

...devamı

YİNE, HER YERDE VE HER ZAMAN: ÖNCE ONUR!

Tam on üç yıl önce yazmışım "Önce Onur" başlıklı yazıyı ve Cumhuriyet gazetesinin ikinci sayfasında yayınlanmış: 

Üniversiteye hazırlığın herkesin gözünün önünde olup biten, kimsenin de üstünde durmadığı, bir büyük yanı var; sahte okul raporları... Üniversite giriş yarışı ve karmaşası içinde, ilkbaharla birlikte, özellikle de lise son sınıf öğrencileri, hastanelere, sağlık ocaklarına, hekimlere koşuyorlar: RAPOR! Geride kalan üç beş kişiye de öğretmenleri sesleniyor: Gidin, siz de rapor alın!

devamı

HER ENAYİYE GEREKTİR BİR "SANAYİ"…

Kendimi bildim bileli, bir "sanayi" masalıdır duyarım. İlkgençliğimin, 68li yılların "Morison Süleyman"ı, Demirel'in yuvarlak dudaklarından hiç düşmezdi "sanayileşme" ve "muasırlaşma" sözcükleri… Yıllar yılların üzerine eklendi. Sanayi diye diye, Bursa ovasını sulayan, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "bembeyaz safiyeti", "beyaz ve munis teslimiyeti", "evrenin kendisini seyrettiği kadim aynası" diye tanımladığı Nilüfer çayını içine köpüklü zehirlerin karıştığı kanalizasyon akıntısına dönüştürdük, değil içinde kendini seyretmek, yüzüne bakılamaz oldu; daha Bursa'ya girerken pis kokusu burunlara vuruyor; koca Sakarya nehrinde balık kalmadı; güzelim Trakya ovaları baştan aşağıya yıkık dökük fabrika kalıntılarıyla kaplandı, şehirler birbirine girdi…

devamı

SELAM OLSUN KURA'NIN SEVDALILARINA...

Ardahanlılar, İstanbul Kartal'da Kura nehri için bir araya geldi. Ardahan'da yapılacak Beşikkaya Barajı ile Kura Nehri sularının büyük oranda Çoruh vadisine aktarılması çalışmaları nedeniyle, Ardahan platosunu besleyen Kura Nehri'ne sahip çıkmak isteyen Ardahanlılar, Kartal meydanında basın açıklaması ve miting için buluştu. Alper Akçam'ın konuşma metni şöyleydi: 

 

Kura yurdumuz, Kura suyumuz, Kura Balımız, Kura peynirimiz, Kura ekmeğimiz,Kura andımızdır; KURA BİZİMDİR...
Dostlar, arkadaşlar, kardeşler… 
Geceleri milyon yıldızlı, avuç avuç altın tozları gibi serpilmiş yıldızlarla bezenmiş, gündüzleri yüz bin çeşit çiçekle süslenmiş bir yurdun çocukları, kutsal kitapların cennet diye tarif ettikleri bir vatanın iş ve ekmek uğruna gurbete saldığı canlar,

Bugün buraya, ekmeğimizi, suyumuzu, havamızı, ateşimizi, kanımızı, canımızı, sözün kısası var oluşumuzu korumak ve birlikte var olabildiğimizi göstermek için toplandık. Dosta düşmana karşı, sorumlu, duyarlı birer yurttaş olduğumuzu duyurmaya geldik. Demokrasi, dört beş yılda bir oy atıp bir kenara çekilmek değildir… Demokrasi, hayatın her ânında ve alanında var olma sürecidir…

...devamı

"KÖY EDEBİYATI" ÜZERİNE ÜFÜRÜMLER!

"Üfürüm" sözcüğü, tıp dilinde kalbin çalışması sırasında duyulan ve çoğu kez hastalık belirtisi sayılan sesleri tanımlamak için kullanılır. Kalpten kan pompalanırken, ya bir kapaktan kan geri kaçmaktadır, ya da daralmış bir yerden kanın geçmesi sıkıntı yaratmaktadır. Kaba bir deyişle, "üfürüm" pek hayra alamet bir semptom değildir. Ola ki, karındaki gazın sıkıştırmasına bağlı üfürümlerle karıştırılmaya, birilerine hakaret ettiğimiz sanılmaya…

...devamı

ALPER AKÇAM'DAN YENİ YIL KUTLAMASI!

Tam da burası, düğümün koptuğu yerdir! Sıradan bir şey yapılmak istenen hayatımızla, o sıradan bir şey olmanın izlerini kaçınılmazca üzerinde taşıdığı için kendinden utanan ruhumuzun dayanılmaz çelişkisi... Bu yakıcı çelişkinin ortasındayız. Köreltilmeye, küllenmeye çalışılan bir sapakta... 

devamı

 

'TÜRK ROMANINDA KARNAVAL' II. BASKIYI YAPTI

Alper Akçam'ın, Mihail Bahtin'in Karnavalcı Roman Kuramı ışığında Octavio Paz'ın Lâtin Kültürü kaynaklı "Çamurdan Doğanlar", "Yalnızlık Dolambacı" ve Franko Moretti'nin "Mucizevi Göstergeler" ve "Modern Epik" adlı yapıtlarından da yararlanarak, Tanzimat'tan bugüne, Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan Orhan Pamuk'a, Ahmet Mithat Efendi'den Yaşar Kemal, Hasan Âli Toptaş'a, romanımızın temel taşı sayılan tüm yapıtları;

 

Fethi Naci'den Yıldız Ecevit'e, eleştirmenlerimizi de eleştirel bir bakışla işin içine katarak, öznel bir çözümleme çabasıyla ele aldığı yapıtı "TÜRK ROMANINDA KARNAVAL" II. Baskıyı yaptı... 

Ürün Yayınları'ndan çıkan yapıt dağıtıma verildi.

SEN EN BÜYÜKSÜN DOKTOR!

Alper Akçam'ın yayına hazırladığı 'Belden Aşağısı Tıp" adlı öykü dosyasından bir öykü:

Sen en büyüksün, doktor. "Tohturumun tohturu" dememiş miydi, bir arkadaşına yönlendirerek ameliyat olmasını sağladığın o yaşlı kadın sana? O zaman gülüp geçmiştin bu tanımlamaya. Şimdi ayrımındasın artık, "tohturların tohturu" olduğunun.

Görüyorsun işte… Ankara'nın göbeğinde, özel bir tıp merkezinde, kısa zaman içinde duyuldu ünün. Ardı arkası kesilmiyor gelenlerin. Ne hikmetse, hep aynı yerden, hani o hasta deyimiyle "arka makastan" yakınanlar geliyor ama, olsun… Hasta hastadır. Bazıları kıçlarının kirlerini, çevrenin kıllarını, donlarının bulaşıklığını iyice temizlemeden gelmiş olsalar da, hatta, kimileri asla saygısızlıktan değil elbette, zorlarından ve ağrılarından olsa gerek, yüzüne doğru, biraz sesli, biraz kokulu bir hava üflüyor olsalar da arka taraflarından; sen büyüksün…

Sen en büyüksün doktor, en büyük!..

(devamı yazarda) 

CUMHURİYET KÜLTÜR MERKEZİ'nde İMZA GÜNLERİ

Aralık ayı boyunca, Cumhuriyet Kültür Merkezi'nde düzenlenen imza günleri kapsamında, Alper Akçam ile buluşma tarihi; 
4 Aralık 2010 Cumartesi, saat 14:00 

Adres:
Ahmet Rasim Sokak No: 14  
ÇANKAYA 
 

AKÇAM OĞUL OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI

Son günlerde, gazete manşetlerinde çokça yer aldı Akçam kardeşler...

Önce baba Dursun Akçam, sonra Akçam soyadı taşıyan kardeşler 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye solunun önemli adları olarak duyulmuşlardı.

Cilavuz Köy Enstitülü, "Kafdağları'nın Çarıklı Çocuğu" Dursun Akçam'ın ortanca oğlu Taner Akçam, Devrimci Gençlik Dergisi sorumlu yazıişleri müdürü olarak aldığı mâhkumiyetten sonra cezaevinden kaçmış, 1976 yılından itibaren yurtdışında yaşamaya başlamıştı...

devamı

ASLAN ASKER ARSLAN

Alper Akçam'ın yayına hazırladığı 12 Eylül temalı son romanından bir bölüm:

"İnkâr etme oğlum" dedi askeri yargıç… Hem yargıç, hem asker ve subay, hem 12 Eylül koşullarında yaşıyor olduğunu an be an duyumsayan ve duyumsatan bir eda ile oturuyor ve konuşuyordu. Rolünü yaşıyordu... Tüm yönetim erki, çevresindeki insanların ve yaşamın geleceği, onun iki dudağı arasındaydı; bu böylece bilinmeliydi. Karşısına çıkacaklar için kurtuluşu olmayan bir acımasızlık taşıdığı kadar, kendi egemenliğine itaat edecekler için merhamet ve adalet dağıtıcısı olarak görülmeliydi... 

devamı

ANAYASA OYLAMASI ÜZERİNE

İyi, güzel... 

1798'de Mısır'ı işgal için İskenderiye'ye çıkarken "nous sommes les vrais Musulmans" (biz gerçek Müslümanlarız)" diyen, El-Ezher Üniversitesinden 60 bilim adamına Büyük Ordu nişanı verdiren, Paris'te kurulu Doğu Enstitüleri aracılığı ile Mısır'ın Tasviri adlı 23 ciltlik, Mısır tarihi ve yapısıyla ilgili ilk büyük yapıtın yayınlanmasını sağlayarak ülke kültürünü de kendi "Şarkiyatçı" bakış açılarıyla yapılanmasını sağlamaya çalışmış, selefi Kleber'e de "fanatik İslamcılar" ve Şarkiyatçı dil-kültür bilimciler ile işbirliği yapmasını öğütlemiş Napolyon'un...

devamı

KONYA ÇAVUŞ'TA KÖY ENSTİTÜLERİ VE AKTEPE DERGİSİ

Konya ili Çavuş beldesinde sürmekte olan "Sonsuz Şükran Köyü" etkinlikleri kapsamında yapılan Köy Enstitüleri ve Aktepe dergisi ile ilgili etkinliğe Alper Akçam da katıldı.

Köy Enstitülü öğretmenlerin bulundukları bölgede bir halk önderi, bir halk kültürü yenidendoğuşçusu gibi ışık saçtıkları vurgulandı.

Çifteler Köy Enstitüsü 1944 çıkışlı çınar öğretmen Ahmet Özkan ve İvriz Öğretmen Okulu çıkışlı, 1966-1967 yıllarında çıkarılmış Aktepe dergisinde önemli görevler üstlenmiş Mehmet Yılmaz'ın da konuşmacı oldukları oturumda, Köy Enstitüleri'nin kültür ve eğitim alanında ülkeye getirdiği değişim vurgulandı.

 

Alper Akçam, konuşmasında, kırk dört yıl önce küçücük bir köyde sürekli bir dergi çıkarmayı gerçekleştirmiş, dergisini, Anadolu kırlarında açmış özgür bir yaban çiçeği olarak betimlemiş yöre aydınlarının arkasındaki halk kültürü gücü üzerine konuştu. Konuşmayı dinlemeye gelmiş köylü anaları, toplantıyı gözleri dolu dolu, büyük bir ilgi ve coşkuyla izlediler.

6.DURSUN AKÇAM KÜLTÜR SANAT GÜNLERİ

Alper Akçam, Ardahan'da, 11-13 Haziran tarihleri arasında, bu yıl altıncısı gerçekleştirilen Dursun Akçam Kültür ve Sanat Günleri'ne katıldı. Bu yılki şenlikleri Ardahanlı gençler taçlandırdı. Kültür Sanat Günleri açılışında Vakıf başkanı Alper Akçam aşağıdaki konuşmayı yaptı:

Açış Konuşması

ALPER AKÇAM, HASANOĞLAN ŞENLİKLERİ'NDE

Alper Akçam, 9-17 Nisan tarihleri arasında, "Hasanoğlan Şenlikleri" kapsamında belirli yerlerde düzenlenen etkinliklere konuşmacı olarak katılacaktır. Yer aldığı etkinliklerden bazıları şöyledir:  

  • 11 Nisan Pazar günü saat 23.00'da Kanal B televizyonunda yayınlanan Murat Atak'ın hazırlayıp sunduğu Atölye programı

  • 13 Nisan Salı günü saat 12.40'ta Bilkent Yerleşkesi, Mithat Çoruh Amfi'sinde yapılan etkinlik açılışı

  • 15 Nisan Perşembe günü saat 19.00'da ODTÜ MEzunları Derneği Vişnelik Tesislerinde gerçekleştirilen "Babamın Kitapları"

  • 16 Nisan Cuma günü saat 18.00'de Yenimahalle Belediyesi Dört Mevsim Salonu'nda gerçekleştirilen "Köy Enstitüleri'nin 70. Yılında Türkiye'ye Bakış" başlıklı açık oturum

  • 17 Nisan Cumartesi günü saat 10.00'da Hasanoğlan Köy Enstitüsü Amfi Tiyatro ve Hasanoğlan Atatürk Anadolu Öğretmen Lisesi'nde gerçekleştirilen Hasanoğlan Şenliği, İmece Çağrısı 

[detaylar 1. sayfa ]  [detaylar 2. sayfa]

 

 

ALPER AKÇAM, ANKARA KİTAP FUARI'NDA

Alper Akçam, Atatürk Kültür Merkezi'nde , 20 - 28 Mart 2010 tarihleri arasında düzenlenecek olan 4. Ankara Kitap Fuarı'nda kitaplarını imzalayacaktır. 

Fuar'da 24 Mart günü düzenlenecek olan "Köy Enstitüleri'nden Bugüne, Bilim, Eğitim ve Kültür Politikalarımız" ve 26 Mart günü düzenlenecek olan "Halk Kültürü ve Edebiyatımız" başlıklı etkinliklere Alper Akçam konuşmacı olarak katılacaktır.
 

detaylar

 

TEKEL İŞÇİLERİNİN DİRENİŞİ VE KEMALİZM’E ŞAŞI BAKIŞ

Tekel işçilerinin karakışın ayazına, soğuğuna, polisin jopuna, biber gazına karşın sürdürmekte oldukları direniş, Şarkiyatçı Batı kaynaklı Ortaçağ dogmalarını kullanan postmodern rüzgârlarla yelkenlerini doldurmuş, ekonomi, üretim, üleşim kavramları, soğan ekmek kavgası yerine kültür ve inanç ayrılıklarını öne çıkararak, insanları üç kuruş karşılığı, eskilerin deyimiyle kafadan gayrımüsellah kılarak, yani akıl silahından arındırarak, siyah ipekten türban ve ultralüks jiplerle donatılmış sırça saraylardaki saltanat koltuklarında sonsuzluğa kadar oturmak niyetinde olanların inanç şekerine bulayarak halka yutturmakta oldukları ezberi bozan bir yıldırım ışığı gibi düştü topluma. 


Bir televizyon kanalına çıkmış türbanlı bir konuşmacının, neden muhafazakâr kesim bu insanların ekmek kavgasına en küçük bir destek vermedi sorusunu sorabilmesi, geleceğe olan umutlarımızı çoğalttı. 

Önemli çelişkiler, us karışmalarına yol açtı bu tekel işçileri…

devamı

ALPER AKÇAM, OPTİMUM'DA İMZA GÜNÜNDE!

Alper Akçam, 23 Ocak 2010 Cumartesi günü, 15:00 ve 17:00 saatleri arasında, Optimum Outlet Alışveriş Merkezi'nde gerçekleştirilecek imza gününde yer alıyor.

ALPER AKÇAM, KURGU KÜLTÜR MERKEZİ'nde!

 

Alper Akçam, 7 Kasım 2009 Cumartesi günü, saat 15:00'da, Kurgu Kültür Merkezi'nde yapılacak söyleşide son yapıtlarını paylaşıyor.

GEÇMİŞ, BİR ZAMANDI (Roman - varoşlardan Anadolu yaylasına, 12 Eylül öncesi Türkiye ) 

ANADOLU RÖNESANSI ESAS DURUŞTA ("Erken Cumhuriyet Dönemi" Kültür Eğitim Politikaları Eleştirileri Üzerine- Uluslaşma Sürecimiz) 

KİEV'DE AŞK (2008 Yunus Nadi Öykü Ödülü) 
 

 

ALPER AKÇAM SÖYLEŞİ ve İMZA İÇİN FETHİYE'DE..!

Alper Akçam, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Fethiye Şubesi konuk yazarı olarak, 1 Kasım 2009 Pazar günü, saat 9:00'da, Otel Aymes'te düzenlenen "Edebiyatımız ve Cumhuriyet Kültürü" konulu söyleşinin arkasından en son basılan kitaplarını imzalıyor. 

 

ALPER AKÇAM'IN SON YAPITI

Gençlik ve sınıf mücadelesinden doğa kavgasına;
nenelere, bibilere köylü amca ve dayılara armağan edilmiş romanda
Ankara varoşlarından Ardahan yaylalarına, 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye toplumsal orkestrası...

İsteme Adresi: Abis Yayıncılık, 
Menekşe 2. Sok. No: 28/5
06700 Çankaya / ANKARA
Tel: 0312 3843435

 

KAPLUMBAĞALAR’DA KARNAVAL

“Kaplumbağalar”, Köy Enstitülü yazarlardan Fakir Baykurt’un en önemli yapıtlarındandır. 1967 yılında ilk baskısı yapılmış olan roman 1962-1966 arasında dört yıllık bir süreçte yazılmıştır. Romanda, İç Anadolu’daki Alevi Tozak köylülerinin toplumsal sistem ve kıraç doğayla kavgalarının öyküsü yer almaktadır. 

Köy Enstitülü yazarlardan Ümit Kaftancıoğlu’nun yapıtlarında daha da ayrıntısıyla izlediğimiz Alevi yaşam biçimi, Sünni inançlı köylerle karşılaştırıldığında, Şaman toplumuna ait öğelerin daha yoğun gözlenebileceği şenlikçi bir yapıdadır... 

devamı

“YOZ DAVAR”DA GROTESK HALK KÜLTÜRÜ

Hiçbir zaman saf, değişmez ve bütünlüklü olmayan, yönetici erkin tekil söylemlerinden de kaçınılmazca etkilenen halk kültürünün değişimci, yenileyici gücünün kaynağı onun “grotesk” özelliği ile ilgilidir. 

Kültürbilimcilere göre, Orta Çağ’ın kapanışından sonra üstkültürde kendisini yeterince gösterme olanağı bulmuş grotesk halk kültürü, tuhaflıkları, karşıtlıkları bir araya getirir, korkunun yerine gülmeceyi öne çıkarır, tüm tekil dilli iktidar bildirimlerinin karşısına yıkıcı bir muhalefetle çıkar... 

devamı

YENİ ÖYKÜ - HAYDUT

Hayvan sevgisinden söz açıldığında, her zaman köpeklere öncelik tanımış olduğumu tüm dostlarım bilir. Kedi sevenler de çoktur aramızda. Onlara karşı köpekleri savunurken köpeğin sadakatinden, sahibine bağlılık duygusunun güçlülüğünden, sevgisinin içtenliğinden söz eder, evinde kedi besleyen tanıdıklarımla amansız kavgalara girişirim.

devamı

ARDAHAN'IN NEYİ EKSİK?

Ardahanlılar’a soracağınız “Ardahan’ın neyi eksik” sorusuna verilecek yanıtları toplamaya kalkarsanız, birbirinden çok farklı yüzlerce yanıt karşısında şaşkına döneceğinize emin olabilirsiniz. Bu sorunun yanıtları arasındaki ayrımlar ve çeşitlilik de, Ardahan’ın en büyük sorununa işaret edecektir zaten: Bilinçli Kamuoyu Yoksunluğu…

devamı

BAHADIN ŞENLİĞİ'nde

Alper Akçam 2 Ağustos Pazar günü, Belediye Konferans Salonu'nda, saat 16:30'da başlayacak söyleşide Yozgat-Bahadın Şenliği'nde yer alacak.

KARAKOL KORKUSU

Tren penceresinden akıp akıp gidiyor gece; siyah sesler ve uzak yıldızlarla.

“Takkıdı tukkudu”… 

Akıp giden gecenin içindeyim. Trenin kapkara isli vagonlarıyla, kirli pencerelerindeki zayıf sarı ışıklarıyla, bitkin insan sesleriyle, gecenin karanlığıyla birlikte akıyorum. 

Sallana sallana gidiyor tren; “takkıdu tukkudu, takkıdı tukkudu”… Camdan içeri bakıyorum; tren sallantısına direnecek gücü kalmamış dizlerinin üzerinde durmaya çabalayan yorgun ve uykulu kalabalığa. 

devamı

CEP TELEFONUMUZ VE TOPLUMSAL AHLÂKIMIZ

Bir edebiyat dergisinde okumuştum sanırım. Çeviri bir yazıda, bir deneme yazarı cep telefonunun insanı kalabalıklar içinde nasıl çıplak bırakıverdiğini işliyordu. Yazara göre, olur olmaz yerlerde çalan telefona yanıt vermek ve konuşmak zorunda kalışımız, kimi gizlerimizi açığa çıkarıyor, sesimizi ve utancımızı çevremizdekilerden saklamaya çalışarak konuşmayı bitirmenin yollarını arıyorduk. 

devamı

MARDİN KATLİAMI VE KÖY ENSTİTÜLERİ

Mardin ilimize bağlı Bilge köyünde yaşanan ve tam 47 yurttaşımızın ölümüyle sonuçlanan insanlık dramıyla dünya kamuoyunun gündemine bir kez daha girmeyi başardık!

Hemen arkasından, günahsız çocukların, anne karnındaki bebeklerin bile kurtulamadığı bu toplu öldürümün nedenleri üzerine konuşmaya başladık. Saldırganların köy korucusu olması ve olayda devletin verdiği silahların kullanılması göz önüne alınarak koruculuk sistemi sorgulanmalı, hatta kaldırılmalı diyenler oldu... 

devamı

ÜMİT KILIÇ’IN BIRAKTIĞI BOŞLUK…

2008 Haziranı’nın 21’i… Çiçekler açmış Anadolu’nun çatısında. Ardahan baharla ilkyazı buluştururken, kır çiçekleriyle bezetmiş dağlarını. Sarıçam ormanlarına aşağı pus iniyor. Yaylalarda davul zurna sesleri; Çıldır gölünde berrak dağ suları çalkalanıyor. 

Ah, gözünü sevdiğim umut, ah o mavi mineler gibi parlayan gözlerde yanıp sönen gülücükler… Neşenin, sevincin, Ümit’in Çıldırısın, Ardahanısın sen.

devamı

 

ALPER AKÇAM 14 NİSANDA ANKARA TABİP ODASINDA..!

Dr. Alper Akçam, Ankara Tabip Odası'nda Köy Enstitüleri'ni anlatıyor. 14 Nisan 2009 Salı günü Ankara Tabip Odası'nın Mithatpaşa Cad. 62/18 adresteki lokalinde yapılacak söyleşide; Ankara Tabip Odası'na 1974 yılında üye olmuş, o yıllarda tabip odası çalışmalarına etkin olarak katılmış, Ankara Tabip Odası Bülteni (ATOB) ve daha sonra İzmir ve İstanbul Tabip Odası'nın katılımıyla TOB adlı ilk sürekli dergilerin çıkarılmasında yer almış, Türk Tabipleri Birliği çalışmalarında Ankara Tabip Odası'nı da temsil etmiş bir hekim olarak, son dönemde Köy Enstitüleri üzerine yaptığı araştırmayı ve tezlerini meslektaşları ile paylaşacak. 

Söyleşi bitiminde Alper Akçam kitaplarını imzalayacak. 

 

ALPER AKÇAM 11 NİSANDA CUMHURİYET ANKARA BÜROSUNDA..!

Alper Akçam, iki yıla yakın bir süredir üzerinde çalıştığı ANADOLU RÖNESANSI ESAS DURUŞTA adlı yapıtını 11 Nisan Cuma günü, saat 14:00'da, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosu'nda düzenlenen söyleşinin ardından okurları için imzalayacak. 

Cumhuriyet Gazetesi, Ankara Bürosu

Adres:
 Ahmet Rasim Sokak No: 14, Çankaya

 

ANADOLU RÖNESANSI ESAS DURUŞTA, CUMHURİYET KİTAP'TA...

YAŞAMIN VE YAZININ CAN ALICI NOKTASI: YENİLEŞME VE DEĞİŞİM

Alper Akçam'ın "Anadolu Rönesansı Esas Duruşta" adlı kitabı tarihcil gelişimi, toplumbilimi, siyaseti ve edebiyatı da içine alan kapsamlı bir araştırmanın, kültürde süreklilik ve gelenekçi tavırlarıdan, eleştiriler ışığında Türkiye Cumuriyeti'ni uluslaşma sürecinde ele alan bir çalışması. 

- Üç ana başlık altında topladığınız kitabınızda; I. Bölüm; "Erken Cumhuriyet Dönemi" Kültür ve Eğitim Politikalarına Eleştiriler, II. Bölüm; Eleştiriler Işığında Türkiye Cumhuriyeti Uluslaşma Sürecinin Kısa Tarihçesi ve "Erken cumhuriyet Dönemi" Kültür ve Eğitim Politikaları adlı kısımlardan oluşmakta. İlk olarak Kuranı Kerim'in Enfal Suresi 22. ayetini biraz açmanızı istiyorum ve bununla birlikte kitabınızı ithaf ettiğiniz "kırmızı saçlı taş yapılarına" diyerek nitelediğiniz Cilavuz Köy Enstitüsü'nü. Çünkü kitabın arka kapağında yoğun bir deneme dediğiniz ve kapsamlı bir incelemenin sonucu olan bir kitap, başlarken neden bu ayete gerek duydunuz?

- Bu ayet, insanın kendini ve yaşamı sorgulamaksızın kabulune karşı çıkan, insana aklını kullanmasını öğütleyen bir ayettir. Bu anlamda, günümüz için de çok büyük önemi vardır.

Cilavuz Köy Enstitüsü, benim tüm yaşamım boyunca memleketim Ardahan ile "Batıdaki Dünya" arasındaki geçiş yolu üzerinde bulunan bir simge olmuştur... Ben bugün çoğunlukla bakımsızlıktan harap olmuş, duvarları, çatıları yıkılmış, çocukluğumun o güzel yapılarına bakarken ülkemin tarihcil geçmişini , yaşanmış kültürel gelişmeleri izleme olanağı buluyorum. Okurlardan da benzer bir akıl yürütme ile bugün geldikleri yeri sorgulamalarını istiyorum belki de... 

devamı

DÖRTLÜYÜ YAKMAK

Sıkça karşılaştığımız bir tablodur anlatacağımız. İşlek bir sokağın ya da caddenin araç akışı birden tıkanıverir. Merak edip ileriye doğru bakarsınız. Bir araç dörtlü lambalarını yakmış, sokağın ya da caddenin geçilebilecek tek şeridini kapatmıştır. Çok olağanüstü bir durum olmalıdır diye düşünürsünüz…

Az sonra da olağanüstü ve ivedi durum aydınlanır! Dörtlüsünü yakıp yolu kapatmış sürücümüz yan taraftaki büfeden aldığı sigaranın naylon kapağını soyup yere savurarak otomobiline doğru ilerlemektedir. Otomobilini durdurduğu yerin on on beş metre ilerisinde ise aracını rahatça park edebileceği bir kaldırım kenarı olduğunu görürsünüz. Zahmet edip oraya bırakmamış, zahmet edip on on beş metre yürümeyi göze almamıştır beyimiz. Aracının dörtlüsünü yakarak kendine kuraldışı olma ayrıcalığı tanımıştır.

devamı

ALPER AKÇAM 16. KİTABINDA ULUSLAŞMA SÜRECİMİZİ İNCELİYOR

Alper Akçam’ın, iki yıla yakın bir süredir üzerinde çalıştığını söylediği ANADOLU RÖNESANSI ESAS DURUŞTA adlı yapıtı Arkadaş Yayınları tarafından basılarak piyasaya dağıtımı yapıldı.

Alper Akçam, özellikle genç kuşaklar için bir başucu belgeseli olmasını istediği yapıtında, “Erken Cumhuriyet Dönemi” kültür-eğitim politikalarına yöneltilmiş eleştiriler ışığında tarihcil süreci ayrıntılarıyla incelemiş. 

 

Kitabın arka kapak yazısı, içeriğiyle ilgili epeyce ipucu veren açıklamalar taşımakla birlikte, yüze yakın yapıtın kaynak olarak alındığı kitabın böylesi kısa notlarla tamamen anlatılabilmesi çok zor.

“Sivil demokrasi”, “sivil tarih” gibi kavramlar çevresinde dönüp duran ve çoğunluğu emperyal odaklar tarafından kışkırtılan kimi soyut tartışmalar, Alper Akçam’ın yeni kitabında karşılıklarını buluyor ve ülkemiz tarihi, siyaseti, kültür ve eğitim alanındaki boşluklar, akıcı bir anlatım ve özgün bir biçemle dolduruluyor. 

Kitabı kendi adıyla internet ortamından sağlamak, ya da Arkadaş Yayınevi’nin ve 0312 3946270 numaralı telefonunu arayarak yazarından adınıza imzalı bir kitap edinmek mümkün…

BU KEZ OLMADI!... GÜMÜŞ BAŞARAMADI…

Üç yıldır kış boyunca yalnız kalıyordu Ölçek’te… Ot yığınlarının içinde, komşu örtmelerinin kuytularında soğuktan ve kurtlardan korunup bahara çıkmayı başarıyordu. 

Alçakgönüllüydü… Komşulara gönderilmiş iki çuval arpa unuyla, akıl edilip önüne yal yapılıp konursa, yarı buçuk karnını doyuruyor; umutla baharı bekliyordu… 

devamı

ALPER AKÇAM'IN YENİ ÖYKÜSÜ

BENİMKİ, Afrodisyas Sanat 13. Sayısında (Ocak- Şubat) 

“Çay verelim mi abla?”

Onca sesin içinde, tepsisinde çay bardakları, bir elinde çaydanlıklar; gezgin çaycının sesi. Bir de sanki bilerek hep bardaktıngırtıları gibi oynak tutmaya çalıştığı kalçaları. 

Nerden ablam oluyorum senin? Neredeyse babam yaşındasın. 

devamı

ALPER AKÇAM TÜYAP ADANA KİTAP FUARINDA

10-11 OCAK 2009 TUDEM YAYINLARI STANDI'nda!!!

11 OCAK 2009 PAZAR günü 
Saat: 16.15 - 17.15 arası CUMHURİYET KİTAP STANDI'nda KİEV'DE AŞK kitabını imzalıyor...

 

BATI RÖNESANSINDA RABELAİS, TÜRKÇE YAZINDA KÖY ENSTİTÜLÜLER

“Rabelais’nin imgelerini daha çok halk kültürüyle ilişkileri içinde inceledik. İlgilendiğimiz şey, bu kültür ile resmi ortaçağ kültürü arasındaki temel mücadeleydi.” (Mihail Bahtin, Rabelais ve Dünyası, s 471) 

Bahtin, Rabelais ve Dünyası adlı yapıtında, Rönesans ile halk kültürü arasındaki ilişkiyi Rabelais romanını kaynak alarak çözümler. Rabelais romanının Batı Rönesansı için çığır açıcı bir yeri olduğu bilinir. Rabelais’in açtığı yoldan Cervantes’ten Goethe ve Shakespeare’e diğer Rönesansçılar geçecektir. 

devamı

CUMHURİYET'İN KURUMLARI 85. YILINDA CUMHURİYET'İ KONUŞUYOR…

* Alper Akçam'ın 24 Ekim 2008'de, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde yapılan "Cumhuriyetimiz 75 Yaşında" Sempozyumdaki konuşma metnidir.

Halk kültürünü, toplumun seçkin kısmı dışında kalmış, insancıl kardeşlik ve merhamet duygularımızla kucaklamak istediğimiz bir kitleye ait olduğu için mi önemsiyoruz?

Ya da, Ziya Gökalp’in “hars” kavramıyla adlandırırken yaptığı gibi, bize ait, Türk milletine ve yaşadığımız toprakların özünü taşıma gücüne özgü bir kültür olduğu için mi değer veriyoruz? 

Yoksa kültür ortamında, sanatta, yazında, kaygımız iletişim kolaylığı, anlaşılabilirlik, seçkin ve ağdalı dil yerine yalınlığı mı yeğleyelim istiyoruz? 
 

devamı

 

ALPER AKÇAM, 9.FAKİR BAYKURT GÜNLERİ'NDE, BURDUR'DA

10-11-12 Ekim 2008 günleri, Burdur'da kutlanacak olan, 9. Fakir Baykurt Kültür Sanat Günleri'nde Alper Akçam da yer alacaktır. Alper Akçam, Pazar günü yapacağı "Çağdaş Türk Edebiyatının Oluşmasında Halk Kültürünün Yansımaları" konulu söyleşi ile etkinliklere katkıda bulunacaktır. 

 

devamı

YAHYA KEMAL-NAZIM HİKMET ve TÜRK ŞİİRİNDE “RÖNESANS”

* Sözcükler Dergisi, Kasım-Aralık 2008, 16. Sayı

Yahya Kemal’in yeni Türk edebiyatını Tevfik Fikret’le başlatması ve 1912 yılını Türk şiirinde Rönesans yılı olarak seçmiş olması şiirimizdeki yenidendoğuşun kapısını aralayan bir işaret taşı gibidir (Ahmet Hamdi Tanpınar, Mücevherin Sırrı, s 23-24.) Elbette “Rönesans” gibi çok genş kapsamlı bir değişimi bir tek yıl içerisine sığdırma çabası çok yerinde görülmeyecek olsa da, dönem şiirinde görülen biçimsel değişim, ülkenin geleceği açısından önemli toplumsal bir işlev de taşımaktadır.

devamı

ARINDIRILAN CUMHURİYET

* Yeniden İmece Dergisi, 20. sayı 

26 Temmuz 2008 tarihli Taraf Gazetesinin manşeti: “1923’te kuruldu, 2008’de arınıyor”… Arınan, ya da “arındırılan” kim? 

Cumhuriyetimiz…

Taraf Gazetesi’nin yazdığı somut gerçekliğimizdir: Taraf’ın da taraf olduğu emperyalist odaklar ile bir şekilde o kervana katılmış sözde aydınlarımız, Cumhuriyet’imizi el ve güçbirliği ile iyiden, güzelden, doğrudan, onurlu duruştan, özgür düşünceden arındırma çabasına girmişlerdir!…

devamı


Notice: Undefined offset: 2 in /home/alperakcamcom/public_html/_tagfunctions.php on line 183

Notice: Undefined offset: 1 in /home/alperakcamcom/public_html/_tagfunctions.php on line 183

16. DURSUN AKÇAM KÜLTÜR VE SANAT GÜNLERİ…

Bir yıllık pandemi arasından sonra Dursun Akçam Kültür ve Sanat Günleri’nin 16. sını yapmaya çalışacağız. Mutlaka önce insan sağlığını, önce var olma koşullarımızı düşünerek; gerekli önlemlere uyarak… Koşullar uygun olmazsa, açık havada Ölü Ekmeği (Reis Çelik’in Dursun Akçam yapıtlarından da yararlanarak çektiği, dün akşam TRT2’de gösterime sunulan son filmi) gösterimi ile yetineceğiz…